Geçmişe dönüp bakmayı her insan sevmez. Otuzlu yaşlarının sonunda biri için lise yıllarını anmak bazen o kadar da kolay olmayabilir. Çocukların acımasızlığı, gençliğin verdiği zorbalık insanda derin yaralar bırakabilir. Nedenini bilmesem de henüz yirmili yaşlarının başında biri olarak benim için de lise yıllarımı anmak kolay değil. Eğer uzun uzun düşünmezsem, inanılmaz bir tarihe sahip bir liseden mezun olmanın verdiği şatafatlı bir etiket yapıştırarak bu konuyu, çok güzeldi, keşke tekrar lisenin başına dönebilsem diyerek kapatabiliyorum. Fakat yalnız kaldığımda düşündüğüm lise yıllarımla, bir başkasının bana sormasıyla anlattığım lise yılları birbirine pek de benzemiyor. Lise arkadaşlarımla bile konuşurken bu akıl oyununu oynuyor zihnim. Önceleri bu konu hakkında yalan söylüyormuş gibi hissederek kendimi kötü hissederdim. Şimdiyse bu konu hakkında düşünmemle ilgili düşününce, anılarımı kafamın içinde yeniden şekillendirdiğimi fark ettim. Bu konu hakkında minik bir araştırma yaparak geçmiş yıllarda net bir şekilde hatırlayamadığımız olayları boşluk doldurma yöntemiyle insan zihninin makul şekilde tamamladığını öğrendim.
Psikolojide konfabulasyon ismini alan bu durum, çoğu uzmana göre bir hastalık değil, zihin yanılmasıdır. Bu durumu yaşayan insanlar yazdıkları senaryoya önce kendileri inanırlar ve bunu yaşadıklarından yüzde yüz emin bir şekilde konuşurlar. İnsan zihni boşluklardan hoşlanmazmış ve o boşlukları hatırladığımız gerçek ayrıntılara dayanarak dolu hâle getirirmiş. Konfabulasyon, hakkında okuduğum yazılardan ve psikiyatrist ve psikologların yaptığı açıklamaları dinledikten sonra bana gerçekten ilginç gelen bir durum oldu. Hatırlayamıyorum demek, bir insan zihni için çoğu zaman kabul edilebilir olmadığı için mi yaparız bunu? Yoksa sadece o anıda takılıp kalmamak için mi hikâyeler uydururuz? Belki de yarım bırakmak insan beynine ters düşen bir durumdur.
Tıpkı aklımıza takılan bir şarkıyı eğer kafamızın içinde sonuna kadar söylemezsek günlerce zihnimizden atamadığımız gibi. Bu da ilk duyduğumda bana inandırıcı gelmeyen zihin oyunlarından biriydi. Aynı gün içinde kafede pek de hoşlanmadığım bir şarkıya saatler sonra kendi içimde rastladım. Bir türlü söylemeyi bırakamıyordum ve bırakmaya çalıştıkça daha da fazla aklıma takıyordum. Komik olansa, şarkıyı tam olarak bilmiyordum ve şarkıyı bitirmeyi deneyimlemek için internetten şarkı sözlerine baktım. İşe yaradığını fark ettiğimde gözümün önüne bir görüntü geldi.
Bir çocuğa yapmaması gereken bir şeyi bağırarak tekrar tekrar söylemek yerine; lütfen, rica ediyorum gibi ifadelerle, sakin bir ses tonuyla bir kez söylemek yeterli oluyordu. İnsan beyni de kendi çocuğumuz gibi ve ona karşı nasıl hissedersek; isteklerini, ihtiyaçlarını gözetirsek bizi mutlu edebileceğine inandım. Bir başka örnek ise beden yorgunluk belirtisi gösterdiğinde, gözlerimiz küçülmeye başladığında uyuduğumuzda, o sabah uyanmak istediğimiz saatte, alarmdan birkaç dakika önce kendi kendimizi uyandırabiliyoruz. Uyumadan önce uyanmamız gereken veya uyanmak istediğimiz saati düşünmek yeterli olabiliyor. Tecrübe etmemiş biri için bu durum da diğerleri gibi komik gelebilir fakat her insanın deneyebileceği, her zaman olmasa da benim bedenimde çoğu zaman işe yarayan bir durum. Tüm bunlardan öğrendiğim birkaç çok faydalı bilgi oldu: İnsan beyni, insana karşı gelme niyetinde değil. Eğer insan, zihnini yeterince çalıştırırsa, aşırı zorlamazsa ihtiyacı olan enerjiyi, sağlığı ona aktarabilirse zihin insan hayatını iyileştirir ve daima daha iyisi için hiç durmadan çalışır. İhtiyaçları karşılanmayan bir zihin ise insanı geriye çeker ve en küçük zorluklarda bile kaynayana kadar karıştırılması gereken bir tencere çorbaya döner. Beynim yandı, söylemini de buna bağlarsak yanlış olmaz bence. Sağlık sorunları, depresyon belirtileri, bütün olumsuz düşünceler baş gösterir. Sonuç olarak insan kendini, bedenini sevmeye zihninden başlamalı ve ondan, özenli bir bakım karşılığında beklentileri olmalıdır. Amerikalı yazar Gore Vidal’ın da dediği gibi: “Beslenmemiş zihin, kendini yutar.”
Abonelik
0 Yorumlar