Başlığa aşina olanlar bilirler yırtamayan hangi nesildir. Yırtamadık maalesef, dönemedik köşeyi bir türlü. Tam dönecek gibi olduk, tuttular ensemizden, attılar yoldan dışarı. Yürüdüğümüz de mundar oldu. Köşeyi dönmek derken öyle büyük voliler değil kastım. Mütevazı amaçlardan bahsediyorum. İnsanca yaşayabilmek diyorum, neyinize gerek dediler.
Elbette ki herkes böyle değil. Pekâlâ köşeyi usta manevralarla dönenlerde mevcut hayatta. Hayatları tıkırında olanlar da az değil. Ama onlar zaten bu mecralara uğramazlar pek. Dedim ya hayat onlara güzel, neylesin amatör yazar iç dökmelerini. Hatta belki bahsettiğim, biz dediğim bu yırtamayan grubun da ilgisini çekmez bu yazı. Çünkü herkes başarı hikâyelerini sever. Başarısızlar nasıl başarısız olurlar kimse bilmek istemez. Ya da herkesin kendi başarısızlığı kâfi geliyor kendine. Mutsuz şeylere bakası gelmez insanoğlunun. Benim bile bu yazıyı yazmayı içim kaldırmıyor diyeceğim neredeyse 🙂
Dedim ya, yırtamayanlar buluşur iç dökmelerin etrafında. Yırtamadığımız, memlekette bu kadar yazar olmak isteyenin çokluğundan belli değil mi a dostlar? Güzide memleketimizde neredeyse yazar sayısı okur sayısından fazla. Yazmak çare mi peki? ”Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”
Bu yaşadığım duygu mutsuzluk değil de büyümek miydi diye ikilimde kalıyorum çoğu vakit. Acaba yaşamak denilen böyle bir şey miydi? Belli bir yaşa gelince insanın duyguları bu yöne mi evriliyordu. Nostalji sevdası geleneksel bir huy muydu acaba? Bütün devirlerde insanların çoğu yaşadıkları çağlardan daha önceki çağlara hayran kalmış ve o dönemde yaşamayı daha güzel bulmuşlar. Yaşadığımız çağda bir yavanlık olduğu muhakkak, buna kimse itiraz etmez diye düşünüyorum; ederse de umurum değil. Şu anda hayatımız yavan olsa da öncekilere göre daha konforlu olduğu da muhakkak, buna da kimse itiraz etmez diye düşünüyorum; ederse de zaten biliyorsunuz. Teknolojinin kısa zamanda geldiği nokta hayret verici doğrusu çünkü kurşun kalemi bitene kadar kullanıp kara tahtanın tebeşir tozunu yutan neslin torunları şu anda tabletlerinden akıllı tahtaya bağlanıyor. Buluşmak için birbirine güvenmek zorunda olan neslin genç çocukları şimdilerde konumu birbirine saniyesinde bildirebiliyor vs. Bu teknolojinin yarattığı kuşak ve imkân farkı işte. Ne diyordum konu dağıldı, geçmişe özlem duymamız sadece güzel şeyleri anımsıyor oluşumuzdan mı acaba? Ya da özlediğimiz şey kendi çocukluğumuz, kaygısız yaşantımız mı? Hayat yavanlaşmıyor da bizim mi ağzımızın tadı tuzu yok acaba? Bilmiyorum, benim için bir dilemma bu. Bilsem belki ben de yırtmış olurdum. Döndüğüm köşemden belki de el sallıyor olurdum sizlere 🙂
Peki ne oldu da yırtamadık biz? Ailemiz miydi sebep? Onlar yırtabilmiş miydi ki? Onların başarısızlık hikâyesinde başarı umudu değil miydik biz? Yüzleri hiç olmazsa bizden yana gülsün diye beklentiyle büyütmediler mi bizi. Bu devirde anne-baba olmak zor kesinlikle ama bu devirde evlat olmak kolay mı peki? Her şey bir yana insan kalabilmek kolay mı? Biz daha özne olarak kendi cümlemizde kendimizi oturtamamışız kaldı ki sıfat ve zamirlerin içini dolduralım. Yırtamayışımıza sebep eğitim sistemimiz miydi peki? Sütün içinde laktik asit olduğunu öğreten ama sütten nasıl yoğurt mayalanır öğretmeyen eğitim sistemimiz ya da pamuktan fasulye yeşerten ama fasulye hangi mevsimde ekilir öğretmeyen eğitim sistemimiz mi? İhtimal vermiyorum ben, bu sistem bizi hayata bir hayli pratik hazırladı (!). Neden peki yırtamadık, bizim çağımızda yaşam koçluğu henüz bu kadar popüler olmamıştı da o yüzden mi?
Neydi bizim istediğimiz, yırtmaktan kastımız neydi? Bir şekilde şöhret olmak veyahut çok çalışmadan para kazanabilmek mi? Bunu arzulayan çok genç olduğunu biliyorum. Emeksiz kazanç bizim insanımızın büyülü rüyası zaten yoksa dolandırıcılara bu kadar ekmek kapısı çıkmazdı belki de. Ama benim istediğim (eğer varsa başka böyle düşünen bizim istediğimiz) üretken olabilmek, severek yapabileceğin bir mesleğe sahip olmak, kendin için çalışırken bir ekibin parçası gibi ülken için de üretebiliyor olmak. Geleceğe umutla bakabilmek. Göğün altında güvenle durabilmek. Sırtını adalete yaslayabilmek. Korkusuz ve kaygısız yaşamak. Sevmek, sevilmek. Bir hayata tutunabilmek. Dünyayı hissedebilmek. Mutlu olmak belki de sadece. Sevdiğimizi almak bile nasip olmadı bize. Hatta sevmek sevilmek bile.
Daldan dala içimde ne varsa dökülmeye başladı bir bir. Galiba bu ilk ve son denemem olacak bu gidişle çünkü tüm mutsuzluklarımı harcadım ilk denemede, daha da yazacak bir şeyim kalmayacak 🙂
Siz yine de benim yazdıklarımı çok da şey yapmayın gençler. Sonuçta biz de bir şey bilip de söylemiyoruz 🙂
Selametle.