Bazı şeylerin vakti vardır, vakti geldiğinde gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Tanrı tarafından zeka ve bilinç ile cezalandırılmış canlıların, bir şeyleri anlayamamaya başladığı; milyonların içinde yalnızlığının farkına vardığı, her nefes alışında ciğerlerinde seyahate çıkan havanın artık acı vermeye başladığı vakit, birçok insan için kaçınılmazdır. Bu dünyaya bir amaç uğruna-
30.11.2018
Az önce tesadüfen bu yazdıklarıma rastladım. Neredeyse 2 yıl önce bu zamanlarda boğuluyormuşum kendi zihnimin ağırlığımda. yazmaya başlamış ama devamını getirmemişim, tahmin edebiliyorum az çok nasıl devam ettirmek istediğimi ama neden yarım bıraktığımı, hatta yarım bile değil, neden yazmaya başladıktan hemen sonra vazgeçtiğimi hatırlamıyorum. Kelimeler boğazımı tıkadığı için miydi yoksa yazma cesaretimi mi yitirmişim bilmiyorum.
Ama şöyle bir bakınca ne kadar çok yol katettiğimi gördüm. 2 yıl önce, çözemeyeceğimi düşündüğüm düğümlerin ortasında hapsolmuş gibi hissederken bugün daha özgür hissediyorum. Boş vermişlik, bir insanı ne kadar rahatlatabiliyormuş meğer. Düğümlerden kurtulamadım, onları çözmeyi asla öğrenemedim sadece artık umurumda değiller. Bu umursamazlığı ben istemedim, benim kararım değildi gamsız olmak. Nasıl olduğunu da bilmiyorum, nasıl becerdim bilmiyorum ama eskisine kıyasla daha rahat olduğum için mutluyum.
Farkındalık, evrende “sıfır” kadar etkin olmadığını fark ettiğin o acılı anın gelmesi. Ne kadar küçük olduğunu fark ettiğin an, ne kadar işe yaramaz olduğunu fark ettiğin an… Basit bir hayat için çırpınışların aklına geldiğinde hepsinin boşa olduğunu hissettiğin o an… Küçük dünyalarımızın tanrılarıyız hepimiz, küçücük dünyaları döndürüyoruz etrafımızda, kendimizi önemli olduğumuz konusunda kandırıyoruz. Kendimize koca koca sıfatlar yerleştiriyor, bununla böbürleniyoruz. Göğsümüz kabarık, bir şeyler başarıyoruz. Ne kadar narsist bir hayvan türüyüz, her şeyi nasıl da kendimize atfedebiliyoruz. Parmaklarımızda sanıyoruz ipler, oysa hepimiz o kadar boşuz ki. Koskoca evrende bu kadar önemli olduğunu düşündüren şey nedir sana? Öldüğünde küçük çevren dışında kimse üzülmeyecek, birkaç kişi dışında kimsenin haberi dahi olmayacak. Doğdun, bir şeyler yaptın ve öldün ama bundan evrenin haberi dahi olmayacak. Hiçbir şeysin. Evrende küçücük bir nokta bile değilsin; ondan daha da küçük, daha da önemsizsin.
Eskiden içimi kurcalayan bu şüphelere “Öyleyse n’olmuş?” diyebilme aşamasına ulaştım, sorunlardan kaçmayı öğrendim. Çözemedim ama artık nasıl onlardan kaçabileceğimi biliyorum. Kalıcı bir çözüm değil, içimde hala bir kara delik var. Varsa ne olmuş, s…kerler.
İşte bu kadar basit.
Bu huzurlu hissiyatla geçirirken günlerimi, beklenmedik bir anda eski cümlelerimi okumanın başka bir ruh bedenime giriyormuş gibi hissettirdiğini kabul etmeliyim. Tıkandım, beslendi kara delik, güçlendi hiçlik. Yutkunamadım, kurtulmak istedim. “E böyle hissettiysem n’olmuş?” dedim. Ne yalan söyleyeyim, rahatlayamadım. Boğulmamak için hep başka işlerle uğraşmaya çalışmak, uğraştığım işin aslında hiçbir şey ifade etmediğini anlamak, karamsarlaşmak, donuklaşmak, kaçmak için yeniden bir şeye sarmak… Basit bir döngüde harcayıp gidiyorum hayatımı. Sonra böyle harcamamın ya da harcamamamın da bir anlamı olmadığını hatırlıyor ve gülümsüyorum.
Buraya geldim, buraya yazıyorum birilerinin okuması umuduyla. Yardım çığlığı gibi gözükebilir gözlere, hayır değil. Yine kendime yalan söylüyorum değil mi, gamsızlaştım diyerek. Geçen yıllar bana sadece hislerimi çaktırmamayı öğretti. Gamsız olmayı değil, gamsız gibi davranmayı.
“We’re just a bunch of fucking animals.”
Bir şarkı sözüyle bitirmek istedim.