Güneş gökyüzünde tüm görkemiyle yükseliyor. Renkler büyük bir şölen gibi çizgiler halinde yayılıyor yeryüzüne. Her iki yanından o muazzam turuncu ortaya çıkıyor. Sanki kollarını açmış dünyayı sımsıkı kucaklamaya çalışıyor. Dağlar buyur ediyor onu içeriye. Ne bir kıskançlık ne bir hüzün. Kara toprağı aydınlatan sevgili. İki apayrı doğa harikası birbirlerini ne de güzel tamamlıyorlar. Bu manzara, bu eşi benzeri olmayan manzara, hiçbir fotoğraf karesinde görünmeyecek bir gerçeklik, o ana ait bir his taşıyor omuzlarında. . Öyle etkileyici ki izlerken bir müzik, birkaç satır şiir veya yanında birinin olmasına bile ihtiyaç duyulmuyor. Tek başına büyük bir gösteri. Yeryüzünün en ihtişamlı açılışı gerçekleşiyor. Çok eski zamanlardan beri değerinin hissedildiği, pek çok efsanenin ana kahramanı olmasından da anlaşılıyor. Antik Yunanistan’ın dini olan Grek, güneşe olan ilgi, sevgi ve bağlılığı halk olarak onu dinselleştirerek taçlandırmaya karar vermişler. Grek dininde Apollo ile Helios, güneş tanrısı olarak kabul edilmişler. Özellikle Apollo, babası baştanrı Zeus’la karşılaştırılan ve kendisine içten duygularla ibadet edilen büyük bir tanrıymış. Bu tanrı güneşin ısıtıcılığının, aydınlığın, musiki, kehanet, tıp ve okçuluğun tanrısı, sığırların koruyucusu, aklî ve fizikî yeteneklerin sağlayıcısı olarak biliniyormuş; ay ve av tanrıçası Artemis de onun ikiz kız kardeşiymiş. Olimpos tanrılarından olmayan diğer güneş tanrısı Helios, güneşin tanrısallaştırılmış hali değil, doğrudan kendisiymiş; Selene (ay) ile Eos da (şafak) titanlar soyundan gelen bu tanrının kız kardeşleriymiş. Önemli tanrılar arasında yer alan Helios’un doğduğu yerden başlayarak dünyayı çevreleyen Okyanus ırmağı üzerinden batış yerine doğru gökyüzü boyunca bir saltanat arabasını sürdüğü, karanlık saatlerde de altın bir kayık içinde Okyanus’un derinliklerinden başlangıç noktasına, yani doğduğu yere doğru gittiği kabul edilmiştir. Mezopotamya’da olduğu gibi Grek dünyasında da güneş üzerine yeminler edilmiş, ayrıca birisinden intikam alınacağında güneşe yakarılırmış. Bundan sonra da efsanelerin, hikayelerin arkası hiç kesilmemiş. Güneş dünyada yaşayan her toplumun ayrı bir öyküsüne dahil olarak binlerce kez paylaşılmış insanlık arasında. O zamanlarda yaşasaydım, ben de teslim olurdum anlatılanlara. Bu özgürce hareket eden devasa küreye uzun uzun bakıp da teslim olmayan var mıdır zaten? Ahmet Erhan ne güzel tercüme olmuş, Kül Alındaki Kor şiirinde:
Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor.
Bir neden var mı mutlu olmamam için?