“Yoldan çıktığımı sanarken aslında hiçbir zaman yola ait olmadığımı gördüm.“
Defterine başlığı böyle yazdı. Fazla iddialı ve uyumsuz olduğunu fark etti ancak pek umursamadı. Uzun zamandır hissettiği bu aidiyetsizlik hissini başka nasıl belirtebilirdi ki? Hiç kimseye, hiçbir yere, hiçbir amaca, hiçbir ideolojiye ait hissetmiyordu. Ait hissetmenin verdiği yükümlülüklerden nefret ediyor ve onlardan uzak bir yaşam sürmek istiyordu. Onlardan uzak var olmak, hayatını kelepçesiz yaşama hayali büyüyordu kalbinde. Öyle ki bazen çevresindeki tüm insanlardan kaçmak, sessiz bir yerde öylesine kafasındakiyle durmak istiyordu. Yüklendiği tüm sorumlulukları üzerinden atmak istiyor, en büyük sorumluluğu olan varoluşundan kurtulamadığına yanıyordu. Belki bir gün cesaretini toplar da çeker giderdi buralardan ancak varoluşuyla gelen sorumluluklardan kurtulmak mümkün müydü ki?
Kalıplarından çıkmak için çırpınıyordu adeta. Altın bir kafesin içinde yaşayan bir kuş olan ruhu bundan mutsuz olmaya başlıyordu artık. Üzülüyordu kendilerinden bihaber yaşayan insanlara çünkü onları orada tutan tek şey kafesin altın olmasıydı. Altın olmasının verdiği şükür ile hayatlarını sürdürme gücü bulurlar, gözleri gerçeği göremeden tabutta kapanırdı. Bir gün olur da biri kafesten çıkıp gerçeği anlatmaya çalışsın, taşla, sapanla vurulurdu tam kalbinden. Anlatmaya çalışsa göğün maviliğini, özgürlüğün hissini, vurulurdu.
O da çıkmak istiyordu bu kafesten ancak çok sıktı aralıkları. Nasıl çıkacaktı, nasıl kavuşacaktı özgürlüğüne? Nasıl bir özgürlük arzusuydu bu, ne denli istiyordu mavi gökte telaşsızca uçmayı?
Ama… Nasıl çıkacaktı sınırlarından, temelleri yere sağlam yapılmış duvarları nasıl yıkacaktı? İnsan olmanın bu denli zor olmasını anlayamıyordu. Yıllar geçmişti de düşünen insanlar neden bu kadar azalmıştı? Nasıl da mutluydu herkes öylesine. ”Düşünmedikleri için öyledirler.” diye düşündü çünkü bu mutluluğun başka bir sebebi olamazdı ki. 21. yüzyılda “insan olarak” mutlu olmak için bir sebep yoktu . Bir taraf denizdi, bir taraf çöl. Bir tarafta insanlar obezliğinden ölürken bir tarafta zayıflıktan ölen bebekler, çocuklar vardı. Bu adaletsizliği düşünmez miydi bu insanlar, bir çıkış yolu aramazlar mıydı? Ne ara oldu da bir başkasını düşünmemek üzere öğütler oluştu? Değerler için binlerce yıl savaşırken ne ara onları sahiplenmekle övünüp onlar için hiçbir şey yapmaz oldular? 21. yüzyılın altın çağı olması bunlardan mıydı yoksa? Tembelliğimizi örten kılıflar mıydı, görgüsüzlüğümüzü örten, acımasızlığımızı örten kılıflar mıydı? İnsan kendine dönüp bakmayı nasıl da unutmuştu. Yoksa bir makine olmak daha mı kolaydı? Hayali dünyanın gerçek insanları olmaya nasıl da kendilerini kandırmışlardı. Oyunlarını oynarken gerçekliğe bir kez dönüp bakmazlar mıydı?
…
Düşündükçe daha çok nefret ediyordu yaşamaya mecbur bedeninden. Yaşamaya mecbur sınırlardan ve nefes alamadığı bu kafesten.
“Bu dünyaya ait hissetmiyorum. Bu dünyanın insanı olmayı da hiç mi hiç istemiyorum. Bu dünyaya ait olmamak, bu dünyaya ayak uydurmamak benim en şerefli mücadelemdir.”
Defterini kapattı. Sigarasının dumanıyla doldurduğu ciğerleriyle yatağa uzandı.