Ece okuldan eve dönerken, bu sefer farklı bir yoldan gitmeye karar verdi. Hava iyiden iyiye ısınmıştı. Baharın vadettiği neşe şimdiden etrafı sarıvermişti. Belki bu yüzden belki bambaşka bir nedenden yolunu uzatmak istemişti işte.
Leke olan üniformasının eteğine baktı. Kendisinden bir sınıf büyük havalı kız grubu onu gözüne kestirmiş, farklı işkencelerle hayatını mahvetmeye ant içmiş gibi davranıyordu. Bugün de ona ”yanlışlıkla” çarpmışlar ve ”hiç istemeden” çamur birikintisine düşmesine sebep olmuşlardı. Yapmacık sesiyle, bebek gibi konuşarak özür bile dilemişti çete reisi. Ağlamamak için kendini sıkma çabasında olduğu için tek kelime dahi edememişti.
“Hafta sonuna ne kadar kaldı?” diye düşündü önce. Sonra da “Yaz tatiline ne kadar kaldı?” diye hesaplamaya koyuldu. İki aydan fazla vardı. İçi biraz daha sızladı. Eve yaklaşmakta olduğunu anlayınca ceplerini kontrol etti. Dondurma yemek geldi içinden. Çubuklu dondurmalara yetecek kadar parası vardı. Okulda parasını kaptırmamak için ayakkabısına saklıyordu. Henüz burayı keşfedememişti aptallar.
Mahallenin bakkalında istediği dondurmadan yoktu ama en sevdiği üçüncü dondurmayı buldu: çilekli Max. Artık yüzü gülüyordu. Parka doğru seyretti. Kendisinden oldukça küçük çocuklar salıncak kavgası yapıyordu, bir süre onları izledi dondurmasını hüpletirken. Sonra aniden başlayan ağlama sesine doğru çevirdi kafasını. Kardeş oldukları tahmin edilen iki erkek çocuk nasıl olduğunu bilmediğimiz bir şekilde üzmüştü birbirini. İçinden güldü Ece, “Daha bunlar iyi günleriniz, bir okula başlayın da göreyim ben sizi.” dedi.
Fazla gecikmişti eve, içini bir huzursuzluk kapladı. Dondurmanın çöpünü atıp çubuğunu çantasına koydu ve eve doğru koşmaya başladı. Zaten iki üç sokak ötedeydi evleri. Ayak ucunda yükselip zile uzandı. Kapıyı açan olmadı. Böyle zamanlarda alt komşu Zehra Teyzelere giderdi. Onların zilini çaldı. Hemen açıldı kapı.
– “Ececiğim hoş geldin, gel bakalım canım.” dedi Zehra teyze.
– Annemler sizde mi?
– Annenler bi’ yere kadar gitti. Sen bize gel Ececim.
– Nereye gittiler ananem yukardaydı.
– Eee ananen biraz rahatsız, onu doktora götürmeye gittiler.
– Ben de gitçem beni de götürün nerde ananem
– Ben bilmiyorum sonra annenler gelip seni alır hadi gir içeri.
Zehra teyze yine patates kızartması yapmıştı ama Ece yiyemedi. Çünkü bu kadar oyalandığı için içi içini yiyordu. Doğruca eve gelsem bütün bunlar olmazdı dedi içinden ve ağlamaya başladı. Komşu Zehra onu avutmaya çalışıyor ha bire sarılıyordu. Kötü bir şey olduğunu anlamıştı. Ama ne olduğunu çözemiyordu bir türlü.
Cehennem gibi geçen iki buçuk üç saat sonra Ece’nin babası onu almaya geldi. “Anneannenlere gidiyoruz annen orda.” dedi. Korkudan bir şey soramadı babasına. Ece anneannesinin evine varınca bütün odaları taradı, annesini sonunda buldu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu annesi, hayalet gibi görünüyordu. Koşup ona sarıldı. “N’oldu anne?” diye sordu. “Ananenin en sevdiği vazo kırıldı da ona üzüldüm.” diye yanıtladı kadın gözyaşlarını apar topar silerken. “Ananem nerde?” dedi Ece. “Yeni bir vazo almaya gitti.” dedi annesi. “Biz de gidelim, nerde vazocu?” “Biz gidemeyiz annecim çok uzak, haydi sen git biraz babanla otur.”
Ece o gün ve aklı erene kadar hep kendini suçladı. “Okuldan erken dönseydim o vazo kırılmaz ananem de ölmezdi.” dedi hep çocuk aklıyla.
Abonelik
0 Yorumlar