Bahar gelir, muhteşem güzellikteki çiçekler açıverir bir anda. Kuşlar en tatlı şarkılarını söylerler birbirleriyle yarışırcasına. Her şey harikalığının doruğundayken, yaz görünür ufukta. Mevsimlerin kralıdır “Yaz”.
Yaz başlar, ruhum saklandığı yerden çıkar. Yaz başlar, aşkı çağırır yanına, keyif katılır onlara, zaten dünden razılar. Yaz’ın bir el şıklatması yeter güneşin daha fazla ısıtmasına. Deniz suyunun sıcaklığını ayarlayan, karpuzları olgunlaştıran, çileklere olması gereken tadı veren hep O’dur.
Merhametli Yaz, insanlara çok çalıştıklarını, dinlenip tatil yapmaları gerektiğini hatırlatmak için var gücüyle uğraşır durur. “Eğlence”nin de işler kadar, para kadar gerekli olduğunu fısıldar şarkıların içine girerek. Yaz, görevini yerine getirirken de eğlenmeyi ihmal etmez çünkü bu dünyanın da mevsimler gibi geçici olduğunu hep bilir.
Neden aşk, Yaz’ın peşinden geliverir hiç düşündünüz mü? Çünkü insanların aşka vakit ayırabildiği, aşka değer verdiği tek mevsimdir Yaz. İnsan Aşk’a yer açmalı, onun yüceliğinin farkında olabilmelidir, ona bir nebze sahip olabilmek istiyorsa. Bilirsiniz, siz çağırdığınızda değil kendi istediğinde gelir yüreğinize. Ona tümüyle sahip olmak ise imkânsızdır.
Belki de Aşk, Yaz’a aşıktır kim bilir. Çoğu zaman ondan vazgeçtiğinizde belki kendinizden dahi vazgeçtiğinizde, sizi bulur, sizi sarar, iyileştirir, dönüştürür. Evet acı çektirir, yeri geldiğinde süründürür, birini kendinizden daha çok sevmek kulağa korkutucu gelebilir. Kıymetli şeyler risklidir, her sahip olunanla beraber kaybetme korkusu da artar. Zaten bir şeyin değeri de ona ulaşmanın zorluğu ile ölçülmez mi her zaman? Nadir ve zor bulunan değerlidir.
Kendinden daha çok sevdiğin bir diğer insan da evladındır diye tahmin ediyorum. Bu da bir aşktır bana göre. Aşkların en güzeli. Aşkı güzel yapan koşulsuz olması sanırım. İllaki kan bağına gerek yok bir çocuğa bakıp yardım edip onu koşulsuzca sevip desteklemek de aşk değil midir?
İnsanı zora sokan “beklentisiz olmanın” doğamıza uymamasıdır. Karşılık beklemeden günahımızı bile vermeyiz, yaradılış gereği benciliz. Bu bir eleştiri değil. Aşkın burnumuzu yere sürte sürte öğretmeye çalıştığı şudur: Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart değil. Yani sevilmediğinde Tahir’liğinden bir şey kaybetmezsin. Zühre’yi de suçlamaya gerek yok sevmemiş olabilir.
Duygular da mevsimler gibi geçicidir. Yaşayıp, içinden çıkmak gerekir. Aşkı yaşayayım acısını ameliyatla aldırayım seçeneği maalesef günümüz teknolojisinde dahi geçerli değil. O duyguyu deneyimleyip bünyeden atmak her zaman en sağlıklısı. Acıya tutunmak, onu canlı tutmak aslında. Efkar hissetmek, bitmemiş acıların sinyali gibidir. Tutunmak yerine, affetmek, bırakmak, yükten kurtulmanın anahtarıdır. Yüreği hafifletir ve tertemiz boş bir sayfa açmayı kolaylaştırır.
Kocaman bir yaz bekliyor bizi. Yaz’a, Aşk’a ve kendinize kıymet verin. Yalnızken de hayata âşıkmış gibi yaşamanın bir yolunu bulursanız aşk daha kolay bulur sizi. Çünkü hayat da âşık olunacak kadar güzel, bunu görebilecek gözlere.