Hoş geldin Serkan yavrum. Buyur, şöyle otur. Su getireyim ben sana. Demek Şerif’imizin arkadaşısın ha. Maşallah maşallah. Nasılsın iyisin inşallah. Dur hele soluklan da dediğini de yaparız.
“Şerif oğlum doğduğunda bizim eve geldi Feride ve İdris. Şerif benim de oğlumdur aynı zamanda. Şerif bizim evde büyüdü diyebilirim. Çok haşarı bir çocuktu. Yaramaz çocuk büyüdüğünde zeki olur derler. Gerçekten de öyleydi. Şerif çok farklı düşünüyordu. Saatlerin durmadığını öğrenince yorulmuyorlar mı? diye sordu bana. Çocuk işte nereden gelir aklına böyle şeyler. Gerçekten çok üzüldüm bu habere. Umalım da bir çaresi bulunsun.”
“Şerif abi çok kraldı. Severdi bizi de. Gelir muhabbet ederdik, halimizi hatırımızı sorardı. Her zaman yanımızda olduğunu hissederdik. Zaman geldi biz onun işini gördük, gün oldu o bize yardım etti. Mümkün olduğunca hep beraber gezerdik. Maddi manevi yardımı da dokunduğu çok bilinir. Bir gün hanım evde yokken evimizde yangın çıkmıştı. Oradan geçiyormuş Şerif. Hemen evimize doğru gelmiş. Benim küçük oğlan varmış içerde, onu alıp hastaneye götürmüş. Evimi, çoluğumu, çocuğumu arkada bıraksam yerimi o doldurur yani. Duyduk, üzüldük. Elimizden gelen varsa düşünmeden el atarız abim.”
“Eyvallah abi, teşekkürler. Kolay gelsin.”
“Şerif oğlumuz, İdris kardeşim gibidir. Yiğittir, sözünün eridir. Ardında eksik bir iş bırakmaz. Nerede ihtiyaç duysak ona, sanki çağırmışız gibi gelir, işimizi halleder giderdi. Bir gün çözülmez dediğimiz bir vaka oldu. Neresinden tutsak çözüm yok. Geldi bu, selam vererek kahvehaneye girdi. Çay karıştırma işareti yaparken bir sandalye çekti kendisine. Baktı biz dumura uğramış boş boş bakıyoruz. Hemen anlattırdı olayı. Dinledi sakince. Üç beş soru sordu. Dikkatli dinlemiş paşam. Sorular da kilit yerlerden. Bir çözüldü düğüm. İnanmazsın emniyet şubenin içi rahat bir nefes aldı. Hayırlısı olsun artık. Yazarın biri der ki ‘İnsan neden hiçbir olay kendi başına gelmeyecek gibi düşünür? Hep başkasında arar gelecek kötü olayları.’. Gerçekten de öyle. Baksana kimin aklına gelir böyle bir olay. Sağ ol haber ettiğin için. Yardım edebileceksek buralardayız.”
Dostum Şerif’in ileri derece alzaymır teşhisinden sonra hatıralarını toplama çabasına girmiştim. Tüm hatıralardan bazısıydı bu üç hatıra. Derleme işleminden sonra kitap kapağını tasarlamam gerekiyordu. Yapboz olacaktı eserin ismi. En üstte yapboz yazacak, yazının hemen altında Şerif Kocaköz hatıraları, en altta da “Ömrümüz diğerleriyle oynadığımız bir yapbozdur.” yazacaktı.
Ah be dostum, unutacaksan artık bir ehemmiyeti yoktu ki kalan hayatının. Ne anlamı vardı yaşamanın. Kokuları, tatları, zihinleri, isimleri en önemlisi fikirleri unutmak. Herkesin bildiği Şerif’i artık bilememek. Kendini unutmak. 52 yıllık yaşamı, yaşanmamış bilmek. Gördüklerini, tecrübelerini, sevdiklerini, nefret ettiklerini neredeyse tek hamlede silmek. Doğrularından, yalanlarından, şakalarından, sinirlerinden tek tek, her birinden feragat etmek neredeyse. Neyse dostum. Sen bilmesen de son kişi seni unutana kadar hâlâ yaşıyor olacaksın. Anıların bu kitapta yazacak hep. Seni tanıyanlar sana en sevdiğin duyguları yaşatacak hep. En sevdiğin yemekleri yapacaklar, en sevdiğin filmi açacaklar sana. En sevdiğin müzik çalacak girdiğin yerlerde. Belki gelirsin bir gün.