”İnsan insan derler idi,
İnsan nedir şimdi bildim.”
Kısık çıkan sesim, yine de boğuk güzelliğinin verdiği tesiriyle güzelim şarkıya ayrıca zarafet katıyor. Tecerrütten kalbim, dünyadan bihaber gözlerim kalabalıkta öylesine boş geziniyor. Bir şey veyahut bir kimse arıyor gibiyim, derin arayışta gözlerim ama… Neyi aradığımı bilmiyorum ki, insan neyi aradığını bilmezken yine de onu bulabilir mi?
”Can, can deyu söylerlerdi,
Ben can nedir şimdi bildim.”
Kadehlerini kaldıran bomboş kafalarla süslenmiş mekan üzerime üzerime geliyor gibi. Bir acı var içimde ama neredendir, nedendir hiç bilmem. Canım delicesine yanıyorken şimdi burada ne yapıyordum? Bulmak istediğim cevaplar veyahut bir başkasından duymak istediğim cevaplar var. Ancak ne soracağım? İnsan ne sorduğunu bilmezken duymak istediği cevabı bilebilir mi?
”Muhyiddin der hak kadir,
Görünür her şeyde hazir.”
Loş ışığın bunaltıcı havaya tesiri aklı yerinde olan her insanı delirtecek gibi. Hoş, şu an burada ben dışında hiç kimse, hiç kimse kendinde değil ki.
”Ayan nedir, pinhan nedir,
Nişan nedir şimdi bildim.”
Hayır, buna daha fazla katlanamayacağım. Bu notalar, bu sözler… Böylesine basitleştirilemezdi, böylesine rahat söylenemezdi. Ve ben şimdi bunu mu yapıyorum? Sahneden hararetle indim, gidiyorum. İşte insan evladı ya, nereye gideceğimi biliyor muyum ki? Ama insan, nereye gitmek istediğini bilmiyorsa da oraya geldiğinde bunu anlar mı? Ah ”Suç ve Ceza”... Ah Marmeladov ne güzel söylüyor: Ya gideceğiniz başka bir yer, çalacağınız başka hiçbir kapı yoksa? Her insanın çalabileceği hiç değilse bir kapı olmalıdır. İnsanın ne yapıp edip başvuracak bir yerinin bulunması gereken zamanlar oluyor.
Vardı ya, vardı… Gideceğim yerler vardı. Ancak ben çıkmıştım oralardan, ben gitmiştim onlardan. Kendi tercih ettiğim hayatın, istediğim hayat olmadığını anlamam için geç olduğunu bana söylemeleri gerekmiyordu, biliyordum. Çıkarken kapıyı öylesine hızlı çarpmıştım ki şimdi hangi yüzle dönerdim o kapıya? Sefil bir hayat sürmektense küçük mekanlarda çıkmayı daha normal kabul etmiştim. Oysa gitmemi istemediler, ”Gidersen dönemezsin.” dediler. Ne bulmayı amaçlıyordum gittiğim yerde, her ne ise bulamamıştım işte. Bulamamıştım ve öyle çarptığım kapıya şimdi geri dönmek istiyordum.
Mezarlıkta dönüp duruyorum. Sokak lambalarının dışarıdan vuran ışıkları fazla aydınlatmıyor. Ve şimdi ailemin yanına kıvrıldım, onlarla gökyüzünü izliyorum. Ne garip, belki toprağın altında, belki üzerindeyim. Çok fark etmiyor. Dönüp dolaşıp geldiğim yer aynı değil mi zaten? Yıllar önce çarpıp çıktığım o kapıya dönseydim, yine de kapıyı açarlardı bana. Yine de, yine de kabul ederlerdi beni. Ancak ne yazık ki kapıyı çalmıştım ama açan olmamıştı. Ah Muhyiddin efendim, insan nedir? Anlat bana anlat, böylesine çektiğim acılar, böylesine bir boşluk… Ben neyim?
Bazen bir yerden uzaklaşmak, en doğrusu gibi gelir. Hatta bazen, öyledir. Ancak bir yerden çıkarken geri döneceğinizi bilemezsiniz ya; hızlı çarpmayın kapıyı. Bazen, bazen istediğiniz hayat bu mudur bilmezken öncesini tamamen silmeyin… Ah ben, ben… Ben nasıl bir insanım böyle? İnsan ne umuyor, ne buluyor değil mi? İnsan evladı ne bulmak istediğini bilmezken bile hep bir arayışta olacak kadar bencil bir varlık. İnsan… Ah Muhyiddin Bey; anlıyorum sizi, darılmayın bana. ”İnsan, insan derler idi, insan nedir şimdi bildim.”