TÜRKİYE’NİN AYDINLIK KISMI
18. yy sonlarında Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan Jön Türkler toplumsal hayatımıza “aydın” kelimesini soktular. O dönemde aydınlar yenilikçi ve halkı eğitmeye dayalı bir rol üstlenmişlerdi. Devamında gelen Tanzimat ve Servetifünun akımları bu rolü üstlendi. Peki aydın nedir? Ne iş yapar? Nasıl aydın olunur? Ben bu soruların cevabını verebilecek yetkinliği şu an kendimde göremesem de günümüz Türkiye’sinde bunun çok büyük bir eksiklik ve ihtiyaç olduğuna inanıyorum. O dönemin aydınları çoğumuzun bildiği üzere sanatla insanları bilinçlendirmeyi, onlara rol model olmayı hedeflemişlerdi ve bunu şiirle, tiyatroyla, romanla yapmışlardı. Peki günümüzde bu tabire uyan kaç kişi tanıyoruz, kaç kişiyle görüştük ya da onlardan nasıl faydalandık? Günümüz sanat camiasının çoğu sosyal medya ve popüler kültürün getirdiği, bize dayatılan, yapmamız istenen tüketme eylemini desteklemekle meşguller. Şu an toplum olarak sanata, kültürel faaliyetlere, okumaya ve öğrenmeye aç durumdayız ama hiç kimsenin bununla ilgilenir gibi bir hali yok. Oktay Sinanoğlu’nun “Kültür, Hakkari’de bale gösterisi yapmak değildir, kültür arada bir konsere gidip hava atmak değildir, çağdaşlık Moda’nın arka sokaklarında köpek gezdirmek değildir. Türkiye’de böyle sahte bir aydın sınıfı yaratılmıştır.” sözlerine tamamı ile katılmasam da çok haklı bir isyan olduğunu inkar edemem ama bunun oluşmasını sağlayan bizleriz, başka suçlu aramaya gerek yok, hatayı önce kendimizde aramalıyız. Tamamen tüketen bir gençlik oluştuğu için okumanın, bilimin ve kültürün yok sayılıp insanları düşüncelerine göre değil giydiklerine ya da kullandıkları telefonlara göre ötekileştirdiğimizi artık kabullenmeliyiz. Tüketen toplum modelinden çıkıp üreten bir toplum olmalıyız. Bahsettiğim üretim maddi bir üretim değil manevi bir üretim. Düşünce üretimi. Beynimizin içinde en teferruatlı fabrikalardan daha da teferruatlı bir şey var: o da düşünce. Manevi bir üretim bu bahsettiğim. Olaya bir de şu yönden bakalım: Bize emanet edilen miras bu mudur? Fatih Sultan Mehmet’in bize emanet ettiği İstanbul bu mu? Kanuni bunun için mi 30 yıl at sırtında gezdi? Mete Han bunun için mi Çin’e kafa tuttu? Alparslan bunun için mi Malazgirt’e geldi? Atatürk Milli Mücadele’yi bunun için mi başlattı? Ben size cevabı vereyim. Hayır, kesinlikle ve kesinlikle hayır çünkü hepsinin bir amacı, bir ideali vardı. Bunların doğrultusunda kendilerini yetiştirip amaçları için savaştılar ve birer kahraman olarak öldüler. Neden bu isimleri örnek verdiğimi merak edenler olabilir. Bu sorunun cevabı ise Fatih 7 dil bilirdi, Homeros’un İlyada’sını orijinalinden okumuştur, ayrıca astronomi bilir ve mühendistir; Kanuni şairdir ve Sinan’ın en önemli eserleri Kanuni döneminde ortaya çıkmıştır. Atatürk “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur.” sözünü boş yere mi söylemiştir? Bu konuştuğumuz isimlerin birçoğu aydındır ve ideal insan profilleridir. Kendimize biraz saygı göstermeliyiz, bu tüketim çağında bizden istenileni yapmaktan biraz olsun uzaklaşıp üretmeye çalışmalıyız. Onu yapamasak bile en azından bedenimizi değil ruhumuzu doyurmalı, biraz olsun okumalıyız, elimizden geldiğince mücadele etmeliyiz, harekete geçmeliyiz yoksa sızlanıp durduğumuz bu tatsız ve despot hayat monoton bir şekilde gelip geçmeye devam ediyor. Zaman sizi beklemez akıp gider ve bir daha asla geri gelmez. Bunun için hemen harekete geçmeli ve bir yerleri aydınlatmak için küçük bir mum yakmalıyız. Bizi bizden başka kimse kurtaramaz. Bizim de bizi kurtarmak için düşünmeye başlamamız gerekiyor. Eğer sızlanmaya devam edip hiçbir şey yapmazsak bu zaman bizi içine alıp yutar gider ve arkasına bile bakmaz. Gerçekten unutulanlardan mı olmak istiyoruz yoksa hatırlanmasak bile bir şeyleri yapmış olmanın huzuruyla bu dünyadan gitmek mi? Bence bunu bir düşünün…
Furkan KALEMBAŞI