Kişisel Alan Nedir?
“Kişisel alan” genellikle aile, iş ortamı veya sosyal bir ortamda iki kişi arasındaki fiziksel mesafeyi ifade eder. Kişisel alanınız; karşınızdakini ne kadar tanıdığınızdan, o kişiyle olan ilişkiniz, ona ne kadar güvendiğiniz, kültürünüze kadar çeşitli faktörlere bağlıdır.
Sizin ve iyi tanıdığınız biri arasındaki kişisel alanınız, muhtemelen az tanıdığınız birine olan kişisel alanınızdan küçük olacaktır. Bir yabancıya karşı daha büyük kişisel alanınız olması doğaldır. Aynı zamanda kalabalık şehirlerde yaşayan insanlar, geniş açık alanlarda yaşayanlara göre daha küçük kişisel alan tercihlerine sahiptir.
Kişisel Alanın Genel Kuralları
- Asla tanımadığın birine dokunma
- Niyetiniz ne olursa olsun başkalarının çocuklarına dokunmayın
- Karşınızdakini iyi tanımadığınız sürece o kişiden en az 1,5 metre uzak durun.
- Biri sizden uzaklaştığında, muhtemelen onu rahatsız eden bir mesafedesinizdir. Bir adım geri atın.
- Kalabalık olmayan bir tiyatro, sinema salonuna girerseniz bir sonraki kişi ile aranızda fazladan bir koltuk boşluk bırakın. Salon kalabalıksa yanına oturmanız kabul edilebilir.
- Davet edilmedikçe bir şeyler okumak için asla bir kişinin omzuna yüklenmeyin.
- Sürüş esnasında da kişisel alan olduğunu kabul edin. Trafik olmayan yolda önünüzdeki arabaya yapışmayın.
- Kişiyi çok iyi tanımadığınız sürece kolunuzu birinin omzuna dolamayın.
- Önce kapıyı çalmadan bir odaya girmeyin
- Sırada beklerken önünüzdeki insanları geçmeye çalışmayın ve aranıza mesafe koyun.
Türkiye’de Kişisel Alan
Türkiye’de kişisel alana saygıyı bırakın, kimsenin kimseye saygısı yoktur. Koca ülkede ”özel”in ne demek olduğunu bilen yok denecek kadar az insan var.
ATM sırasında beklersiniz, arkanızda narkotik köpeği gibi biri biter. Rahatsız olur, biraz ileriye gidersiniz; arkanızdaki de bir o kadar öne gelir. Rahatsız olduğunuzu hissettirmek için arkaya bakarsınız, oralı bile olmaz. Geriye “Gelin hesabıma ortak olun.” demek kalır sadece.
Odanızın, kişisel mekanınızın kapısı açıksa merakla içeri bakar, öyle geçerler. Bu konu hakkında Amerika’da “Odanın önünden geçerken içeri bakıp da geçiyorsa kesin Türk’tür.” diye bir söz vardır.
Toplu taşımada dakikalarca telefonda yüksek sesle sohbet ederler. Öyle bir noktaya gelir ki artık onu ondan daha iyi tanırsınız.
Yanınızdan geçecekse “Pardon geçebilir miyim?”, “Müsaade eder misiniz?” demek yerine, beş dakika önce nereye dokunduğu belli olmayan elleriyle ya sizi dürterler ya da ittirirler.
Bu konudaki en büyük problemlerden biri de bakışlardır. Birine bakıyorsanız ve o kişi bunu fark ederse artık bakmamanız gerekir. Temel görgü kurallarından biridir. Otobüs terminali, havalimanı, herhangi bir yerde saatinizi beklerken bir şeyler okumak istersiniz. Üç metre ötede oturan teyze, gözlerini size diker. Rahatsız olduğunuzu belli edersiniz, fark ettiğinizi anlar. Yine de sizi gözetlemeye devam eder. Teyze, hâlâ neye bakıyorsun ya? Hayatında kitap/dergi okuyan birini hiç mi görmedin?
Bir yerde şöyle bir anı okumuştum: O sıralar 30’lu yaşlarında olan ve Türkiye’de yaşayan bir kadın California’ya geziye gider. California sokaklarında dolaşırken ayakkabılarından birinin tabanı patlar. Ayakkabıyı çıkarır ve en yakın ayakkabı mağazasına tek ayağında sadece çorapla gider. Yol boyunca tek bir insanın bile ayağına bakmadığını fark eder ve şaşkınlığını gizleyemez. Oysaki Türkiye’de ayakkabısının ucundan küçük bir yırtık olsa bile gelen geçen ayağına bakacaktır. ”İnsanların bakışlarına o kadar alışmışım ki başkalarının gözünü üstümde hissetmeyince inanılmaz özgür hissettim.” diye ekler.
Bu sosyal bozukluklara çocuklar da sıklıkla maruz kalmakta. 4-5 yaşlarındaki çocuk kendini öptürmek istemez, gidip zorla öperler. Başka insanların pis ellerini öpmek saygı göstergesidir. Garip el şakaları yapılır, saçlarını elleriyle bozarlar. Sonra neden bu çocuklar akrabalar eve gelince odasından çıkmak istemiyor? Neden acaba!
Benzer olaylar aslında ailede başlıyor. Türkiye’de anne, babaların büyük bölümü çocuklarının odasına izin almadan girer. Çocuk dinlenmek için beş dakika odasına girse “Neden burada tek başına oturuyorsun?”, “Niye bizimle oturmuyorsun?” soruları yöneltilir. Böyle bir yapıda büyüyen çocuk, gelecekte de başkalarının kişisel alanına saygı duymaz.
Kişisel alana saygısızlık sadece fiziksel değil, sosyal ilişkilerde de kendini gösterir. Her işine karışıp fikir belirtir hatta sizin fikrinizi değiştirmeye çalışırlar. Çocuğu olmayan bir çift görürler, “Neden çocuk yapmıyorsunuz?” diye sorarlar. Çocuğu olanı görürler, “Neden ikinciyi yapmıyorsunuz? Kardeşsiz olmaz.” derler. Yatak odanıza burunlarını sokarlar.
Çiftler arasında da zuhur eder bu durum. Duygusal bir ilişkide olmak, hayatınızda kişisel alanınız olmayacağı anlamına gelmez. İlber Ortaylı bir röportajında ona “Evlenmeyi düşünür müsünüz?” diye soran adama şu cevabı vermiştir.
“Ne gerek var? Bizde özel yaşam alanına saygı yoktur. İnsanın yalnız kalmaya da ihtiyacı vardır. Türkler bunu beceremez.”
Neden Kişisel Alana Dikkat Etmiyoruz?
Kırsal kesimde onca boş arazi varken su kaynakları da olmasına rağmen, evler birbirine neredeyse bitişiktir. “Sürüden ayrılanı kurt kapar.” Yani hâlâ sürü psikolojisiyle hareket eden bir milletiz. 35 yaşına gelse de insanımız birey olmayı başaramıyor. Kendi hayatıyla ilgili bir karar alacağı zaman, kaç yaşında olursa olsun anne ve babasından çekiniyor. Sosyal hayatında da kendisinin karşısındaki insanların karar mekanizmalarına etki edebilecek, onların kişisel alanlarına müdahil olabilecek yetkisi olduğunu düşünüyor.