Siz değerli okuyucuların da bildiği ve hissettiği üzere Türkiye ekonomisi bir süredir zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bunu her şeyden önce Türk Lirası’nın diğer para birimleri karşısında eriyişiyle hissediyoruz. Hissediyoruz diyorum çünkü Türkiye’de yaşayan vatandaşlar olarak bu durum herkesten önce bizleri etkilemektedir. 2020 yılının ilk günü Dolar/TL kuru 5,95 seviyesindeyken, bu yazının yazıldığı tarih olan 27 Kasım 2020 tarihindeyse 7,82 seviyesinde bulunmaktadır. Bununla birlikte diğer kurlara da bir göz atacak olursak;
2020 yılının başında; 27.11.2020 tarihinde;
GBP/TL: 7,88 GBP/TL: 10,11
EUR/TL: 6,68 EUR/TL: 9,35
Kuveyt Dinarı/TL: 19,62 Kuveyt Dinarı/TL: 25,62
Çin Yuanı/TL: 0,85 Çin Yuanı/TL: 1,19
Paylaştığım bu verilere bakarak mevcut durumda diğer para birimlerinin değer kazanmasından çok Türk Lirası’nın değer kaybetmesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Peki bu artış bizim hayatımızı nasıl etkiliyor? Kısa bir cevap vermek gerekirse; her şekilde etkiliyor ama biz uzun bir cevap da verelim:
Günümüz Türkiye’sinde döviz oldukça büyük bir öneme sahiptir çünkü maalesef ki yeterince üretken ve enerji zengini bir ülke değiliz. Ticaretimizin büyük çoğunluğu dolar ve euro üzerinden gerçekleştirmekteyiz. Doğal gazı Rusya’dan alıyoruz ve bundan elektrik üretiyoruz. Bu doğal gazı alırken ödememizi dolarla yapıyoruz yani lira, dolara karşı değer kaybettiği her saniye bizim aldığımız doğal gaz ve elektriğin fiyatı da artıyor bu da doğrudan bizim faturalarımıza yansıyor. Bunun yanında petrolü de ithal etmek zorunda kalan bir ülkeyiz ve petrol de dolar üzerinden fiyatlanan bir üründür. Dolayısıyla aynı etkenler petrol için de geçerli olup doğrudan pompa fiyatlarına yansımaktadır. Son bir örnek olarak elektronik aletlerin çoğunun da ithal edildiğini hatırlatmak isterim. Tüm bunları bir araya aldığınız zaman, enflasyonda ve hayat pahalılığında ciddi bir artışla karşı karşıya kalıyoruz. Bu da vatandaşların refah düzeyinin düşmesine sebep olmaktadır.
Tüm bu veriler akıllara elbette bir başka soruyu getiriyor: Bizim paramız neden değer kaybediyor? Bu sorunun pek çok farklı cevabı olmakla beraber, biz en önemlilerini sizlere aktarmaya çalışalım.
Türk Lirası uzun zamandır yavaş bir biçimde değer kaybını sürdürüyordu ancak özellikle son 5 yılda çok ciddi değer kaybıyla karşı karşıya kaldı. Özellikle 2018 yılında Rahip Brunson olayıyla beraber bir kur şoku yaşadık ve Dolar/TL kuru bir gecede 7,00 seviyesine dayandı. Daha sonrasında krizin çözülmesiyle beraber Türk Lirası nefes aldı ve Dolar/TL kuru 5,30 seviyesine kadar geriledi. Sadece bu olaya bakarak bile Dolar/TL kuru için 5 yıllık bir yorum yapmak mümkündür. Son 5 yılı hatırlamaya çalışınız, hangi olaylar oldu bir düşününüz. Sizlere yardımcı olmak için birkaç olay sayayım: 15 Temmuz darbe girişimi, FETÖ’yle mücadele, Suriye İç Savaşı’na dahil oluş, Libya İç Savaşı’na dahil oluş, sınır ötesi harekatlarda artış ve genellikle bu harekatlarda Avrupa ve ABD ile ters düşüşler, Doğu Akdeniz krizi ve daha buraya yazmadığım bir sürü şey. Bu olayların çoğunda ABD ve Avrupa ile karşı karşıya kaldık. Burada bir detaya değinmek isterim ki Türkiye ihracatının yaklaşık %60’lık kısmını Avrupa’ya yapmaktadır. Avrupa ise ihracatının %1’ini Türkiye’ye yapmaktadır. Bu da Avrupa’yla karşı karşıya geldiğimizde bizim ihracatımız %60 hasar alma riskiyle karşı karşıya kalırken Avrupa’nın ihracatı sadece %1 hasar alma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bir yatırımcı olarak %60 hasar alan tarafa mı yoksa %1 hasar alan tarafa mı yatırım yapmayı tercih edersiniz?
Bunlarla beraber Türkiye, Freedom House özgürlük endeksine göre “Özgürlük olmayan” ülkeler kategorisinde yer almaktadır. Ayrıca Türkiye WJP tarafından hazırlanan hukuk endeksine göreyse 0,43 puana sahiptir (0-1 arasında puanlanır) ve bu puanıyla 128 ülke arasında 107. sırada yer almaktadır.
CDS puanı dediğimiz bir şey vardır. Bu puan sayesinde ülkelerin risk primleri hesaplanabilmektedir. Türkiye son yıllarda CDS’i en yüksek ülkelerden birisi haline geldi. Yani Türkiye yatırım için riskli bir ülke olarak görülmektedir. Bu da ülkeye döviz girişini azaltmaktadır. Riskin artışını az önce bahsettiğim olaylara bağlamak oldukça mümkündür.
En ünlü kredi derecelendirme kuruluşları da Türkiye’nin kredi notunu son yıllarda kırmaktan hiç çekinmemiştir. Yatırımcılar için bu kuruluşların verdiği puanlar büyük önem arz etmektedir. Bu sebepten puanımız her kırıldığında aslında yatırımcı kaybetmekle karşı karşı karşıya kalmaktayız. Yeni yatırımcı gelmediği gibi bu puanlardaki düşüşler ülkedeki mevcut yatırımcının da kaçmasına sebebiyet vermektedir.
Kısacası Türkiye ekonomisindeki kötü gidişatın başlıca sebebi yüksek risklerdir. Bunun dışında riskler ne kadar yüksek olsa da bu kötü gidişat döneminde ekonominin yönetimi de harikulade gerçekleşmemiştir.
Mevcut hükumetin kötü gidişatı kabullenmek istemediği pek çok konuşma bulunmaktadır. Özellikle akıllarda, Eski Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın “Ben dövizle ilgilenmiyorum.” gibi sözleri hala yer etmektedir. Yine aynı şekilde Eski Maliye Bakanı’mız ekonomideki kötü gidişattan bahsetmek yerine her zaman gidişatın iyi yönde olduğunu söylemiştir. Cumhurbaşkanı da bu söylemlere destek vermiştir.
Ekonomideki kötü gidişat sayın cumhurbaşkanı tarafından yüksek faizle ilişkilendirilmiştir ve bu sebepten ötürü sayın cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na (TCMB) çağrıda bulunarak faizlerin düşürülmesini istemiştir. TCMB Başkanı bu çağrıların tersini yaparak artırmayı sürdürmüştür. Bu olayla beraber 5 Temmuz 2019 tarihinde TCMB Başkanı Murat Çetinkaya görevden alınmış ve yerine Murat Uysal getirilmiştir. Bu olay yabancı basında bağımsız olması gereken Merkez Bankası’nın, bağımsızlığını kaybettiği ve hükumetin taleplerini yerine getirecek olan bir kuruma dönüştüğü şeklinde yorumlanmıştır. Murat Uysal’ın başkanlığa geçmesiyle birlikte Türkiye düşük faiz politikasına geçmiş ve politika faizini 1 yıl içinde %28 seviyesinden %8 seviyelerine kadar düşürmüştür. Bu dönem içerisinde cumhurbaşkanı tarafından “Faiz enflasyonunun sebebidir.” teorisi ortaya atılmış ve ekonomi politikası bu teori üzerine kurulmuştur. Maalesef bu teorinin iktisadi olarak hiçbir dayanağı yoktur.
Faizlerin düşmesi enflasyonun yükselmesini engellememiştir. Enflasyonun yükselmesi ve faizlerin düşmesiyle beraber, faiz oranları enflasyonun altına çekilmiş ve Türkiye negatif reel faiz uygulamasına geçmiştir. Bu da Türk Lirası’nın değer kaybetmesine sebep olmuştur. Peki, bağlantısı nedir?
Örneğin 1 paket çikolata 10 TL olsun ve enflasyon da %20 olsun, elinizde de 100 TL olsun. Ben size gelip diyorum ki ”Şu anda gidip 10 tane çikolata yiyebilirsin ya da bana şu anda 100 TL verirsen sana sonraki ay 110 TL veririm. Hangisini kabul edersiniz? Hemen hesaplayalım:
Bana 100 TL’yi verdiniz ve ben size sonraki ay 110 TL olarak geri verdim diyelim. Yani verdiğiniz paraya %10 faiz uygulayıp size iade etmiş olayım. Çikolata fiyatı ise enflasyon %20 olduğu için 12 TL’ye çıkmış olacaktır. İlk ay 100 TL ile 10 tane çikolata yiyebiliyorken ikinci ay 110 TL ile 9 tane yiyebiliyorsunuz. Yani para kazanmış gibi görünüyorsunuz ama aslında zarar ettiniz. O halde para kazanmak için enflasyondan hızlı yükselen bir şeye yatırım yapmalısınız değil mi? Bu faiz olmayacağına göre, dolar ve altın gibi araçlara yönelmeniz muhtemeldir. Bunlara yönelmeniz de dövize olan talebi arttıracağı için liranın değer kaybetmesine sebep olur. Bu sebepten faizin arttırılması, dövizin düşmesine sebebiyet verir. Çünkü dövize göre kar etme olanağınız artar ve daha az risk alırsınız.
Şimdi hatırlayalım ne yazmıştık? Son 1 yılda faizin yaklaşık %20 oranında düşürüldüğünden bahsetmiştik. İşte dövizin artma sebeplerinden birisi de budur.
Bu sebepten Merkez Bankası 19 Kasım’daki toplantısında politika faizini %4,5 arttırmak zorunda kalmıştır.
Cumhurbaşkanı ve diğer hükumet üyelerinin kötü gidişata rağmen verdiği olumlu demeçler piyasanın yönetime karşı olan güvenini de kaybetmesine sebep olmuştur. Bu yüzden doğru hamleler yapılsa bile piyasa artık arkasından mantıksız bir hamle geleceğini düşündüğünden ve açıklamalara güvenemediğinden öngörülemeyen hareketler sergilemeye başlamıştır. Bu da süreci daha da zorlaştırmaktadır.
Bu yazıda Türkiye ekonomisinin ana hatlarıyla sorunlarına değinmeyi amaçladım. Kasım ayı başında, Eski Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifası ve TCMB Başkanı Murat Uysal’ın görevden alınmasıyla beraber Türkiye yeni bir ekonomik politikaya geçmeye çalışmaktadır. Yazı çok uzadığı için Türkiye’deki bu yeni dönem çalışmasına başka bir yazıda değinmeyi düşünüyorum.