Gözlerimi vapurun arkasında bıraktığı köpüklerden ayırmadan sessizce oturuyordum. Sadece aradan geçen şu kısacık zamanda bile aklımdan pek çok düşünce geçmişti. Gelecek kaygım, ailem, geçmişim… Bazen bulutların arasında süzülürken bazen de Gayya kuyusunda buluyordum kendimi.
Bu düşüncelerimi yaşlı bir kadın sesi böldü. “Bizim zamanımızda böyle değildi!” dedi. Evet, hep aynı teraneler! Peki ama, böyle olmayan neydi? Pek konuşmak istemiyordum. O da konuşmasını sürdürdü: “Eskiden mektup vardı. İnsanlar birbirlerini özlerdi. Şimdi ise herkesin elinde telefon var.” Bunu söylerken gözleriyle elimdeki telefonu işaret etmişti. Elimde telefon olduğunun o zaman farkına varmıştım.
“Şimdi bu meretler sayesinde anında biri hakkında bilgi sahibi olabiliyorsun. Ah…” Gözlüklerini bir an çıkarıp gözlerinde biriken yaşları sildi. “Onunla tanıştığımda o zamanlar 18 yaşındaydım. Boylu bir delikanlıydı. Bir marangozun yanında çıraklık yapıyordu.” Hikâyenin ilk kısmı ilgimi çekmese de meraklanmaya başlamıştım. “Babamın o sıra marangozla işi vardı. Gerçek bu ya, babamla gitmek hiç aklıma gelmemişti, sonradan kafama esti. O gün marangoz dükkanda olmadığından o bize elinden geldiğince yardım etmişti. Konuşması çok düzgündü. Tane tane konuşurdu. Çok geçmeden arkadaş olduk. 1 ay, 2 ay onun çıraklık yaptığı dükkana gittim. Birbirimizi hep görüyorduk. Müsait olduğumuz zamanlarda sokakta bizi kimse görmesin diye uzak yerlere gider, dondurma yerdik. Bazen bana gemi yolculuklarını anlatırdı.” Burada yaşlı kadın sustu. Biraz su içip dinlendikten sonra, “Bir gün babasının tayini çıktı,” diyerek devam etti. “‘Merak etme, uzun sürmeyecek.’ deyip beni rahatlatmaya çalışırdı. O gittikten sonra mektuplaşmaya başladık. Onsuz geçen her günüm ızdırap dolu geçmeye başlamıştı artık. Mektup dışında ondan hiç haber alamazdım. Onu öyle özlüyordum ki. Bazen mektuplarına deniz hikâyelerinden küçük kesitler de koyardı.”
Küçük siyah çantasından bir mendil aldı ve sözlerine devam etti. “Sonra mektuplar kesildi. Yazmaz oldu. O yazmayınca ben de en kötüsünü, öldüğünü düşündüm. Aileme de anlatamadığımdan ne yapacağımı bilemedim. Ama hayat bu ya, oğlum. Birkaç yıl sonra kendi paramı kazanmaya başladığımda doğruca onun kaldığı şehre gittim. Sorup soruşturdum. Kimse öyle birilerini tanımıyormuş! İnanamadım. Hüsrandı benimki.”
Şimdi o da benim gibi köpükleri izlemeye başlamıştı. Kederli yüzü aydınlandı. Hafifçe gülümsedi. “Allah’ın işi işte! Ben de bu işin peşini bıraktım. O yıl içinde evlendim. Evlendiğim adam, şükürler olsun çok iyi bir adamdı. İki çocuğum, üç de torunum oldu. Dünyalara bedel bunlar. Bazen vapura bindiğimde de aklıma gelmiyor değil. Bu olaydan sadece büyük torunuma bahsettim. Kimseye söylemeyeceğini, gençken böyle şeylerin olabileceğini söyleyince çok mutlu oldum. Ne akıllı torunum var. Geçenlerde o bahsettiğim adamı internette, telefonda bulmuş!” Bunu söyleyeceğini beklememiştim. Ben tam ağzımı açmış konuşacakken vapurda anons duyuldu. “Ne çok konuştum, başını ağrıttım yavrum. Gençler yaşlıların hikâyesini ne yapsın.” Sevgiyle omzumdan tutup “Hadi Allah’a emanet ol çocuğum, hoşça kal!” dedi. Ben de çaresiz, “Hoşça kalın!” dedim.
Abonelik
0 Yorumlar