gecenin karanlığında yürüyüşe çıkan dertlerin ayak sesi kulaklarımda
gün ışığında bitirir yolculuğu uyuklarlar güneşin alnında
sarı sıcak tenimi yaktıkça hatırlatır bana göğün turuncu rengini
bir akşam sefasında diriliverir tüm umutlar.
birkaç hüzün demeti umudun yanında getirisi
dikişi tutmayan ipliklere sarmışız tüm ümitleri
bir bir açılırken yaralar tuzlu gözyaşım değmiş tenime
aldırmadıkça aldanmış, aldandığımla kalmışım.
Ütopya yaratıp oynamayacak kadar cesaretsiz artık yürek
bir asker edasıyla emreden zihnin esaretinden sebep
grinin en koyu tonu şimdi gözlerimde,
üstelik resimler de buğulu anıların özlemiyle.
iki ucumda bahçeler rengarenk, dikenleri bol
arzulardan birkaç deste gül duvarlarımda, büyümesi zor
sokak lambası çarptığında ışığını , parlayıverir içindeki inci
gece yağmurları nice bir soluk, serin rüzgar okşar tenimi.
deniz-hava-kara üç köşeli dünyamızda yer bulamayanların kaçışı bol
beyaz tarlalardan üzerimize birkaç toprak olur, bulunması zor
başlayan, biten şeyleri beraberinde getirirken dengesiz bu hâl
hangi çerçevede durur resimler, soldukça gülen yüzler.
yine akşam, ay en tepede durur, sorgu göklerde bastırır benliğimi
benden bana yürüdükçe karşıma çıkar sonsuz uçurumlar
ne zaman düşsem bulurum kendimi kendimden ötede
bir tragedya bu sonsuzluk kervanı
Babil’de ayrışan dillerden beridir mi bu yalnızlık?