– Ben bugün bir şey gördüm. Şok oldum, aslında anlayabilirmişiz ama akla gelmez işte. Ne yapacağım bilmiyorum. Anlatayım da bana akıl ver. Hoş çok büyük bir olay yok da insan şaşırıyor hâliyle.
“Bugün Erdem ve ‘Gri’ sahne ismini kullanan Sinan, bir televizyon programına konuk olmuştu biliyorsun. Uzun zamandır bir araya gelemeyen iki sanatçı artık denk geldi, demiştik. Gelemediler ayrıca, yazmıştım mesajımda. Erdem’in hastalandığını söylediler. Üzüntülerini ve acil şifalarını dileyip başladılar programa. Diğer konuklar da var tabii. O sırada Sinan’la da konuşuyorlar. Kendisinin konuk olduğu ilk program olduğunu söyledi. Herkesin aklında da aynı soru var zaten. Öncelikle neden bir araya gelemiyorlar, ikinci olarak da maskesini neden takıyor ve ne zaman çıkaracak? Vakit ilerledi sorular geliyor, hoş sohbetler ediliyor. Bir ara lavaboya gitmek için kalktım. stüdyoda olmadığım sırada program bitmiş, herkes dağılmaya başlamış. Ben de işimi bitirip çıkarken Gri’nin maskesini yüzünden çıkaran ve Engin’e çok benzeyen birisini kulise girerken gördüm. Fotoğrafını da çektim zaten. Sonra hızlı adımlarla stüdyodan çıktım. Heyecanlı bir şekilde yolda seninle mesajlaşarak buraya geldim. Şimdi ne yapmam lazım bilmiyorum. Ya Gri gerçekten Engin’se ve bu zamana kadar iki karakter olarak rol yaptıysa? Çok ilginç ve güzel değil mi sence de?
– İlginç gerçekten. Bence sosyal medya hesabından yaz, fotoğrafı gönder. Görür belki, hem ne kaybederiz ki. Olmazsa sosyal medyada böyle bir söylenti yayarız. Saat bir hayli geç oldu. Benim hemen çıkmam lazım, tekrardan görüşürüz. Dediğimi yap derim ben.
– Olabilir. Dediğin gibi ne kaybederiz ki?
Fotoğrafı gönderip olanları teker teker yazdım ve beklemeye başladım. Beklemek ikinci işimdi gün içinde. Öyle değil midir zaten? Gün içinde yaptığımız işlerin ikincisi bir şeyleri beklemektir. Bekleme işini yaparken zaman geçirmek için yaparız sanki diğer işleri.
Aradan geçen yaklaşık bir hafta sonra tüm umutlarım tükenmek üzereydi. Nergis de gelsin konuşalım diye beklerken bir bildirim sesiyle irkildim. Attığım mesaja dönüt almıştım.
– Gel, gel hemen gir. Çok heyecanlıyım. Hemen otur da mesajları oku.
“Evet, yazdıklarınız tamamen doğru. Ben de sizi fark ettim orada. Şunu da belirteyim bundan rahatsızlık duymuyorum. Bugünü uzun süredir bekliyordum. Ben aslında Engin isimli kişiyim ve lakabı Gri olan Sinan diye birisi yok. Şimdi bu sohbet ekranını paylaşıp yakın zamanda bir söyleşi yapmayı da düşünüyorum. Teşekkür eder, iyi günler dilerim.”
Sonrasında Engin’in paylaştığı sohbet ekranını gösterdim. Tüm hayranlar şaşkınlık içerisindeydi. Gündem basamaklarını hızlıca çıkıyordu bu konu. O kadar ki hesabın çalınmış olduğu, böyle bir şeyin olamayacağı bile söyleniyordu. Tüm bunların yanında Sinan’ın hesabında da uzun süredir herhangi bir etkileşim yoktu. Sinan kanalla anlaşmıştı, tekrar aynı programa çıkacaktı. Herkes sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı.
Gri, maskesiyle beraber stüdyoya girdi. Herkes suspus olmuştu. Seyirciyi selamladıktan sonra kendisine ayrılan yere oturdu. Sunucunun heyecanı ve endişesi yüzünden okunabiliyordu. Ne yapması gerektiğini o da bilmiyordu. Gri izin alarak söze girdi.
“Öncelikle herkese iyi akşamlar diliyorum. Bana söz hakkı verdiğiniz için teşekkürü borç bilirim. Farkındayım herkesin kafasında birkaçı ortak olan çok sayıda soru işareti var. Birazdan maskemi çıkaracağım ve her şeyi anlatacağım.”
Gri ve sıkıca bağlanmış maskesini çıkarırken hayranları olarak inanılmaz duygular içerisindeydik. Maskeyi çıkarırken toplu olarak aynı anda nefes alıp veriyorduk âdeta. Maskeyi çıkardı ve şok olmuştuk, o gün tamamıyla doğru gördüğümü fark ettim. Karşımızda Engin vardı.
“Öncelikle ben Engin Sersu. Sinan isimli Gri lakabını kullanan kişi de aslında bendim. Zamanında internet üzerinde Sinan isimli sahte bir kişi oluşturdum. Güvenli olmadığını düşündüğüm sitelerde o karakterin elektronik posta adresini, doğum gününü, hobilerini kullanıyordum. Zamanla iş büyüdü ve sahte kişinin bir de ailesi oldu. Ardından hayatına ait çeşitli anıları. Tamamen hayal ürünü ama asla çelişmeyen olaylardı bunlar. Bunlar olurken zaman içinde Engin -yani ben- müzik piyasasına girdim. Pozitif ve enerjik parçalar yapmaya başladım. Çok iyi dönüşler aldım. Bunların yanında yaşantım herkeste olduğu gibi inişlerle ve çıkışlarla dolmaya başladı. Sıkıldığım, bunaldığım, zora düştüğüm zamanlar oldu. Bu tür zamanlarda da içimden gelenleri yazmaya başladım ve zamanla bunların da şarkıya dönüşme potansiyeline sahip sözler olduğunu fark ettim. Bu eserleri Engin Sersu olarak yayınlayamazdım çünkü Engin bu tarz parçalar üreten bir kişi değildi. Ne kadar saçmaydı aslında, bir insan her daim mutlu olamaz ya. Toplum böyle zannediyor. Mutlu birisi her zaman mutlu, o üzülemez; mutsuz, depresif birisi her zaman üzgün ve agresiftir, onun gülmeye ve de güldürmeye hakkı yoktur. Ben de zamanında oluşturduğum ve sosyal dünyada gerçekten de var olan Sinan karakterini piyasaya sürdüm. Engin olarak Sinan’ı beğendiğimi söyledim ve bu sayede onun popülerliğini arttırdım. Düetleri var ama hiç bir araya gelemiyorlar. Hep bir aksaklık oluyordu planlarında. Bu gece ise iki karakteri bir araya getirdim. Sonunda ben de rahatım artık. Toplum bilsin bunları. İnsanlar anlasın artık. İnsan duygusal bir varlıktır biliyorsunuz, stabil bir hâlde değildir ki yaşantısı. Değişkendir insanın düşünceleri ve duyguları. Düşünceler aynı kalsaydı nasıl olurdu dünyamız? Düşüncelerin farklılığıdır beyinlerimizi geliştiren. Buradan Sinan’ı öldürmüş birisi olarak çıkacağım birazdan. Açığa kavuşmamış herhangi bir şey kalmadığını düşünüyorum. Tekrardan iyi akşamlar dilerim.”
Az önce yaşananları hazmetmemiz uzun sürebilirdi. Çok ilginç bir hikâye dinlemiştik. Suratlarda kararsızlık ve şaşkınlık asılıydı. Program bitmiş, herkes evine dönüyordu. Bu zamana kadar böylesine büyük bir kesime bu denli ders veren ikinci bir kişi yoktu.