Siber dünya ve sosyal medya hayatımızın tam ortasında. Günümüzde neredeyse herkes akıllı telefon ile sosyal medyayı kullanıyor.
We are social ve Hootsuit tarafından her yıl hazırlanan medya istatistiklerinin 2018 verilerine göre 81 milyon nüfusa sahip ülkemizde nüfusun %67’si internet ve % 51’i de sosyal medya kullanıcısı. Dünyada yapılan farklı araştırma verilerine göre de neredeyse her insan, yapacağı işlerin öncesinde veya arasında en az bir kez sosyal medya hesaplarını kontrol ediyor. Bu bir alışkanlık hatta alışkanlığın ötesinde sosyal medya artık tamamen günlük hayatımızın bir parçasına dönüşmüş durumda.
Sosyal medyanın etki alanının artmasıyla birlikte artık fiilen yapılamayan linç girişimleri sosyal medya üzerinden yürütülmekte. En tehlikeli linç alanlarından biri de kuşkusuz bu alan.
Linç, patlayan öfkedir. Yaralayan, örseleyen ve öldüren bir öfke. İnsanlık tarihinde linç kadar dışarıdan bakanı bile çaresiz hissettiren, insanlığından utandıran, tüm adalet inancını sarsan az olay vardır.
Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre linç: “Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi” olayıdır. Kulağa ürkütücü gelen lincin taşıdığı anlam çok daha derindir.
Linç olayı, bir toplumsal cinnet hâlidir, kökeninde farklı farklı nedenler ve amaçlar yatar.
Linç bulaşıcı bir hastalıktır. Pençesine yakasını kaptıranlar, ondan kolay kolay kurtulamaz. Linç olaylarını tetikleyen olguların, vakaların toplumsal ve şahsi alt yapıları vardır. Linç belirli bir yerde belirli bir zamanda ortaya çıkmaz, bu bir süreç dâhilindedir. Bu süreç psikolojik bir süreçtir. Planlar, örgütlenmeler, görev dağılımları…
Halktan bir topluluk, onları eyleme çağıran birileri tarafından seferber edilmiştir. “Kolları sıvayın!” diye tahrik eden medya tarafından, “Yaşatmayın bunları!” diye haykıran provokatörler tarafından, öfkeyle kaynayan ve fokurdayarak kendini azdıran kalabalık içinden ilk yumruğu indiren birisi tarafından…
Toplumun “normalleri”, bozulduğuna inandıkları adalet terazisini; yeniden ele alma, gözden geçirme işini görev edinerek harekete geçmektedirler.
Lincin hedefi, suçlu veya kendilerine göre suç olan davranışta bulunmuş biri veya birileridir. Linççilerin amacı ise hukukun devre dışı bırakılıp cezalandırmanın kendilerince yerine getirilmesidir. Onlara göre hukuk iyi işlememekte, suçlu layığıyla cezalandırılmamaktadır. Hatta linççiler hedef gözettikleri şahsı (veya şahısları), yürürlükteki hukuku bile hak etmeyecek derecede aşağı görürler. Şahsın, insanca bir muameleyi bile hak etmediği kanaatindedirler. Lince katılanlar toplumdaki bir çürük elmayı ayıkladıkları hissiyle zafer kazandıklarını düşünürler.
Linç olayı, kitlesel açıdan kabul gören, hatta toplumun belli bir kesiminde geçerliliği sorgulanmayan bir pratik olarak ortaya çıkmıştır.
Kavramın, üçü yargıç olan dört tarihsel şahıstan kaynaklandığı düşünülmektedir.
– 15. yüzyılda İrlanda’nın Galway kasabasında cinayet zanlısı oğlunu mahkum ettikten sonra evinin penceresinden sarkıtarak bizzat asan, gaddarlığıyla ünlü yargıç James Lynch…
– 16. yüzyıl sonlarında Kuzey Carolina’da olağanüstü sertliğiyle ünlenmiş bir yargıç olan John Lynch…
– 18. yüzyılda Amerikan bağımsızlık savaşında gerek İngiltere’ye sadık kalan “düşmanları” gerekse her adi suç zanlısını mahkemeye çıkarmadan, çoğunlukla kırbaçlatarak, cezalandıran yargıç Charles Lynch…
– 19. yüzyıl başlarında Pittsylvania kentinde, bir haydut çetesini bizzat cezalandırmak üzere milis örgütleyen William Lynch…
Linç anı, örgütlü toplumun en çok çözülmeye uğradığı andır. Linçle birlikte birey de yok olur. Bireyin yerini kolektif bilinç alır.
Sosyal medyanın etkisinin artmasıyla birlikte artık fiilen yapılmayan linç girişimleri sosyal medya üzerinden yürütülmekte. Çünkü bu alanda aktif olan linççi kitle daha anonim ve daha az sorumluluk sahibidir. Bu türden linç ve girişimlerinin başını çekenlerin ellerinde benzin bidonları, taş ve sopa olmaz; ancak sosyal medyada harekete geçirebilecekleri binlerce takipçileri vardır.
Eşek arılarının bir et parçasına üşüşmesi gibi bir olaya üşüşür, işi bitirdikten sonra da yeni bir olayda buluşmak için dağılırlar.
Kişilerin yaşanan sosyal linçleri destekleme nedenleri incelendiğinde;
Anonim olmanın verdiği rahatlık,
Günlük sorunlardan uzaklaşma ihtiyacı,
Konunun popülerliği,
Başkasına zarar vermenin getirdiği güçlülük hissi gibi konular öne çıkıyor.
Gündemi meşgul eden ve trend olan konuların dışında kalma korkumuz ve geniş kitlelerle beraber -anonim- hareket etme arzumuz yaşanan “sosyal linçlerin” kısa dönemli etkisini suni biçimde artırıyor.
Linç anında nefretin veya lincin bir parçası olduğumuzu düşünemiyoruz, çünkü saldırmak için toplanmış olan bir arı sürüsünün bir parçası olarak haklılığımıza inanıyoruz. Genelde sosyal medyada bizi takip edenlerin hoşlanacağını ve onaylayacağını düşündüğümüz paylaşımlar yapıyoruz. Bu paylaşımların bizi yansıtıp yansıtmadığı umurumuzda bile değil!
Sosyal linç de işte bu psikolojinin eseri.
Sosyal medya alanı, linç kültürünün çok hızlı yayılabildiği kurumuş bir bozkır gibidir. Bu yüzden de çok tehlikelidir. Çünkü kısa süre sonra o ateş herkesi yakabilecek bir boyuta ulaşır.
Yakanın kendisi, hep başkasının yanacağı varsayımından hareket eder ancak bu çok yanıltıcıdır. Bir süre sonra bu ateş onu da paçasından yakacaktır.
Linç; hukukun üstünlüğünün berhava olmasına, gücün ve şiddetin keyfiliğine yol açar. Linci tolere etmek, mazur göstermek; hukuk devletinin kendini inkârıdır.
Sosyal medya üzerinden linç, insanlığın karanlık yüzü ve utanç kaynağıdır. Cehaletin, karanlık ruhun, mutlakçılığın ortaya çıkardığı, önüne kattığı kişiyi bir sel misali yok eden bir kaynak…