Ahmet, kapıdan içeri girdi ve gözleriyle salonu baştan sona güzelce süzdü. Salon ağzına kadar doluydu ve bu kalabalık içinde aradığı kişiyi bulmak pek de kolay gözükmüyordu. Bir yandan gözlerini salonda dolaştırırken yavaş adımlarla masaların arasında yürümeye başladı. Salonda inanılmaz bir gürültü hakimdi, her masada bir oyun oynanıyordu ve insanlar birbirine üstünlük sağlamak için bağırmayı tercih ediyorlardı. Bu oyunları zaten yetenekle kazanmak oldukça zordur, daha şanslı ve daha baskıcı olan kazanır, hayattaki pek çok şeyde olduğu gibi. Bir insanın oynadığı en büyük kumar, annesinin karnına düşmesiyle başlar.
Ahmet masaların arasında ilerlerken kendine doğru kaldırılan bir el fark etti. Aradığını bulmanın verdiği rahatlamayla masaya yanaştı ve herkesi selamlayarak sandalyesini çekip bütün ağırlığıyla oturuverdi. Ali eliyle hızlıca Ahmet’in dizine vurdu, “Hoş geldin delikanlı.” diyerek önüne bir tane isteka koydu. Ahmet kendinden emin bir şekilde taşlarını dizerken masadaki diğer kişileri de baştan aşağı süzüyordu. Ali yakından tanıdığı bir arkadaşıydı, aralarında sadece iki yaş vardı ve Ali’ye her zaman güvenirdi, aynı şekilde Ali de ona güvenirdi. Masadaki diğer iki kişiyi tanımıyordu, ilk bakışta ikisi de sıradan insanlara benziyordu, herhangi bir şekilde insana endişe vermiyorlardı.
Ahmet, Ali’ye döndü, “Hacı, arkadaşlarla beni tanıştırmayacak mısın?” diyerek girişti, Ali bir kahkaha atarak “Tabii ya! Nasıl unuttum!” dedi ve başladı saymaya, “Bak bu Hüseyin’dir, iyi adamdır seversin. Gevşektir biraz, şakalarını çok ciddiye alma.”
Hüseyin eliyle vurdu masaya, “Senden âlâ gevşek mi var bu semtte? Dön de kendine bak önce.”
Ali bıyık altından gülüyordu, “Sakin ol birader, iki söz attık ortaya üçünü de sen üstlendin.”
İkisi birden bastılar kahkahayı, masadaki son yabancı araya girdi, “Ben de Hasan kardeş, bu gevşeğin tanıtacağı yok.”
Ahmet ikisiyle de tüm gücüyle el sıkıştı, bu aslında erkekler arasındaki bir güç gösterisiydi, “Sen sıkıyorsun ama bak ben de sıkabiliyorum.” demenin başka bir yoluydu, Ahmet de bütün gücüyle asıldı ellerine ve kendi şovunu yapıverdi.
Dört kişi birden okey oynamaya başladılar, salonun atmosferiyle tamamen adapte olmuşlardı, Ahmet bir hayvan gibi karşısındakine bağırıyor, aşağılıyor, yeri geldiğinde ağza alınmayacak küfürler ediyordu, karşılığında da farklı bir şey görmüyordu. Muhtemelen bir erkeğin en gerçek, en açık olduğu an okey masasının başında olduğu andır, Ahmet ve masadakiler o an için evrimi tamamlayamamış bir insan türünden çok da farklı değillerdi. Tıpkı bir mağara adamı gibi bağırarak anlaşmaya çalışıyorlar, bazen birbirlerine taş fırlatıyorlar, hatta bazen birbirlerine istekayı fırlatıyorlardı.
Ali kafasını kaldırıp saati kontrol etti ve birden ayağa kalktı, masadaki diğer herkes onunla beraber ayaklandılar ve hep beraber dışarıya çıktılar. Ahmet elini cebine atıp bir paket sigarayı çıkardı ve güzelce yaktı, Ali elini Ahmet’in omzuna attı, “Delikanlı, verildiğini anlıyorum ama hayatının son günü gibi içiyorsun, sakin ol seni canavarların karşısına çıkarmayacağız.” Ahmet aynı şekilde içmeye devam etti, “O kadar emin olma” diye geçirerek aklından.
Hepsi beraber bir binanın giriş katına geldiler ve merdivenlerden çıkmaya başladılar. Ahmet gerginliğini her haliyle belli ediyordu, öyle titriyordu ki trafoya bağlasanız elektrik bile üretebilirdi. Ali sakince kapıyı çaldı, arkadan bir ses kimin geldiğini sordu, Ali “Benim.” diyerek karşılık verdi, kapının arkasındaki ses “Sen kimsin?” diyerek karşılık verdi. Ali öfkeyle kapıya vurdu, “Ben Ali, aç şu kapıyı geri zekâlı herif!” diye kükredi ve kapı açılıverdi. Ali, kapıda bekleyen kişiyi sağa doğru itti ve içeri doğru yürümeye başladı. Diğer herkes onu takip ediyordu.
Ahmet evi her yönüyle incelemeye başladı. Her taraf kıpkırmızıydı ve bazı yerlerde orak çekiç desenleri bile işlenmişti. Marx’ın kapitali bir köşede, çeşitli yazarların diğer eserleri başka bir köşede, geneli toplumcu olan şairlerin şiirleri her yerde. Ahmet bunları gördükçe daha da terliyor, daha da titriyordu. Hüseyin, Ahmet’in kulağına eğildi, “Altına sıç istersen birader, sen de abarttın iyice.” diyerek dalga geçti.
Ali, evdeki bir odanın kapısına geldi ve Ahmet’e döndü, “Bana bak, içerde buranın lideri var. Kendini önce ona sonra bize kabul ettirmen gerekecek. Bu şekilde bizden birisi olabilirsin.”
Ahmet hiçbir cevap vermedi, kendini topladı ve kapıyı sakince tıklatmaya başladı. İçeriden “Gel.” sesi gelince Ali ve Ahmet odaya girdiler, Hasan ve Hüseyin de kapının önünde nöbet tutmaya başladı. Oda lüksten çok uzaktı, liderin bir masası vardı ancak oldukça eskiydi, hatta bir ayağı kırılmak üzereydi. Ziyaretçi karşılamak için önüne de iki tane sandalye çekmişti. Hasan ve Ali’ye doğru elini kaldırdı ve sandalyeleri işaret etti. Ali yavaşça sandalyesine oturdu fakat Ahmet hâlâ ayakta duruyordu. Lider, Ahmet’in gözlerine bir bakış attı, “Otursana, bu kadar gerilecek bir şey yok. Ben sana iş vermeyecek olan işveren değilim.” diyerek Ahmet’i rahatlamaya çalışıyordu.
Ahmet için zaman durmuştu, “Bir sigara yakabilir miyim?” diyerek izin istedi. Lider buna izin verdi, Ali aklından “Ne yapıyor bu aptal!” diye geçirmeden duramıyordu. Ahmet elini cebine attı ve çıkardığı silahla lideri kafasının ortasından vurdu, Ali ne olduğunu anlayamamış, şoka girmişti fakat fazla uzun sürmedi çünkü Ahmet birkaç saniye içerisinde onun da vücudunda beşten fazla delik açmıştı bile. Silah seslerini duyan Hasan ve Hüseyin odaya daldılar, Ahmet silahı onlara doğrultu ve tetiği çekti, Hasan karnından vuruldu, Hüseyin Ahmet’in hızla üstüne atladı ve onu yere devirmeyi başardı, Ahmet yere devrilmiş olsa da silahı elinden düşmedi ve bir kurşun da Hüseyin’e sıkarak işini bitirdi. Tam ayağa kalkıyordu ki Ali birden üzerine atladı ve boğazına bir bıçak geçirerek Ahmet’in üzerinde bayıldı. Beş dakikadan kısa bir sürede odadaki herkesin nabzı durmuştu.
Herkes barış için savaşıyordu ama sorun da tam buradaydı, herkes savaşıyordu.
Abonelik
0 Yorumlar