Hava çok sıcak. Uyumama izin vereceğe benzemiyor. Yatağımda dönüp duruyorum. Kafamın içinde tonlarca düşüncenin ağırlığı var. Fakat düşünüp durduğum şeyin ne olduğunu bilemiyorum. Neredeyse tüm pencereler açık. Yatağımın bitişik olduğu duvarı sarı sokak lambası aydınlatıyor. Ellerimi kaldırıp duvara düşen gölgesini izliyorum. Çocukken elektrikler gittiğinde mum ışığında yaptığımız gölge oyunları vardır ya, onlarla meşgul ediyorum biraz zihnimi. Elim önce tavşan oluyor, sonra kurt, sonra kelebek. Sonra da öylece elimin gölgesini izliyorum. Bu görüntü hoşuma gidiyor fakat bu gölge oyunu eskisi kadar eğlenceli değil. Ellerim birden düşüveriyor iki yanıma. Sonunda pes edip yataktan kalkıyorum. Odamın içinde attığım minik tur, penceremin önünde bitiyor. Sokak lambasını izlemeye başlıyorum.
Sokak lambası, evimin tam karşısındaki parkı da aydınlatıyor. Sokak bomboş… Kediler bile uyuyor. Salıncaklar bile kıpırdamıyor. Kaç dakika pencerenin önünde sokağı izledim, kaçıncı dakika onu fark ettim bilmiyorum. Onu ilk gördüğüm anı da hatırlamıyorum çünkü algılayamıyorum. Bu saatte küçücük bir kız çocuğunun bir bankın üzerinde dizlerine sarılmış vaziyette oturuyor olması, parkta duran salıncak kadar normal geliyor bana. Bir süre sonra irkiliyorum. Bu saatte bu çocuğun burada ne işi var? Saat gece yarısını çoktan geçmiş.
Çocuğu bir süre izliyorum. Gözüm sokağın her köşesinde annesini, babasını veya bir yakınını arıyor. ”Komşulardan birinin çocuğu mu acaba?” diye düşündükten sonra da daha fazla orada dikilemiyorum. Üzerime ince bir şey almam, kapının üzerindeki anahtarı alıp kapıyı kapatmam, merdivenleri koşa koşa inip kendimi bahçe kapısının önünde bulmam birkaç saniyemi alıyor. Kızın oturduğu banka doğru gidiyorum. Beni fark etmiyor bile.
“Merhaba, yanına oturabilir miyim?” diyorum takınabildiğim en sevimli tavırla; pijamalarıyla, yatağından çıkıp da buraya gelmiş olan yabancıdan korkmamasını umarak. Fakat hiçbir şey söylemiyor. Gözlerime birkaç saniye baktıktan sonra önüne dönüp dizlerine daha da sıkı sarılıyor. Polisi aramak aklıma geliyor fakat telefonumu almadan çıkmışım. Ne yapmam gerektiğini düşünürken nihayet küçük kız konuşuyor:
“Annem beni almaya gelecek. Burada beklememi söyledi.”
Ses tonu ne kadar da hoş ve kibar. İnsanın içini ısıtan türde bir görüntüsü var küçük kızın. Onu evine bırakmamı isteyip istemeyeceğini soruyorum. Fakat henüz evini tarif edebilip edemeyeceğini sormadan susturuyor beni.
“Hayır! Annem beni buradan alacak. Burada beklemeliyim onu.”
“Peki o zaman ama bu saatler senin tek başına beklemen için pek uygun saatler değil. Yanına oturup seninle beklememe izin verir misin?” diye soruyorum ona. Yine uzunca yüzüme baktıktan sonra başını aşağı yukarı sallıyor. Gülümseyip yanına oturuyorum. Aramızdaki sessizliği uzunca bir süre koruyoruz. Zaten ikimiz de olmuyoruz sessizliği bozan. Sokağın girişinden bulunduğumuz parka doğru gelen kadının telaşlı ayak sesleri bozuyor sessizliği. Nihayet annesi geldi küçüğün, diyorum içimden. ”Ezgi!” diye uzun uzun sesleniyor kadın. Demek ismi Ezgi diye düşünüp ayağa kalkıyorum. Kadın koşa koşa gelip sarılıyor kıza. Sanırım burada olduğumu fark etmedi.
“Neden haber vermeden çıktın? Hem de bu saatte… Seni göremeyince ne kadar merak ettim biliyor musun?” diyor kıza sımsıkı sarılırken.
“Annemi bekliyordum teyze, burada beklememi söylemişti.”
“Ezgiciğim, hadi evimize gidelim canım.” diyor ve kızın elinden tutup yürümeye hazırlanıyor. Fakat kız aniden çekiyor elini.
“Annemi bekleyeceğim!” diyor. Teyzesi henüz çocuğa bir şey diyemeden giriveriyorum cümleye:
“Ben karşı binada oturuyorum. Onu burada tek başına otururken görüp yanına geldim. Eğer beklemesi gerekiyorsa, onunla birlikte annesi gelene kadar bekleyebilirim. Hiç sorun olmaz.”
Teyzesi çocuğu kucağına alırken bakıyor yüzüme:
“Elbette bekleyebilirsin fakat annesi gelmeyecek. Ablam, yani annesi geçen ay vefat etti. Ne dedi en son Ezgi’ye bilmiyorum fakat Ezgi her fırsatını bulduğunda buraya kaçıyor. Hadi Ezgi, gidiyoruz.” diyor ve tekrar hiçbir şey dememe izin vermeden geldiği yoldan geri dönüyor kucağında küçük kızla birlikte. Banka oturup kalıyorum. Onlar gözden kaybolana kadar, küçük kızın iç çekişlerini duyabiliyorum. Oysa ne kadar da kendinden emindi annesinin geleceğini söylerken, hiç şüphe duymuyordu. Belki henüz ölmenin ne demek olduğunu bile öğrenemeden kaybetmişti annesini.
Orada, o bankta ne kadar oturdum, eve ne zaman döndüm, döndükten sonra balkondan sokak lambasını ne kadar izledim; bilmiyorum. Sıcak yüzünden uyuyamadığım zaman kafamda ağırlık yapan tüm düşünceler yok oluyor. Artık sadece bu gece ve önümüzdeki gecelerde uyuyamayacağını bildiğim küçük kızı düşünüyorum. Ve benim de, en azından bu gece, uyuyamayacağımı biliyorum.