Baba, anne, iki erkek ve bir kız çocuktan oluşan bir ailenin hikayesi… Böyle söyleyince sıradan bir aile draması gibi düşünebilirsiniz. Diziyi sıradanlıktan çıkaran ve ilginç kılan, ailenin evlerinde sürdürmekte oldukları meslekleri ve bunun gündelik hayatlarına olan yansımaları.
Fisher ailesinin yaşamakta oldukları ev aynı zamanda bir cenaze evi. Cenaze evinin kullanımını şöyle açıklayabiliriz:
Burada amaç, gelen “mevtanın” uyuyan bir canlı gibi gözükmesini sağlamak. Sevdiklerinin son kez göreceği ölünün, zihinlerinde hep o görüntüsüyle kalmasını sağlamak.
Dizi, aile bireylerinin günlük hayatları ve her bölüm eve gelen farklı bir cenaze etrafında şekilleniyor. Ölüm hepsinin gündelik yaşantısının bir parçalı olmuş haldedir ama ana karakterler en büyük sınavlarını yine ölüm üzerinden verecektir. Kimi zaman izlediğimiz tuhaflıklarla bizi güldüren, kimi zaman hüzne boğan, kimi zamansa hayat ve ölüm üzerine derin düşüncelere daldıran bire dizi Six Feet Under.
Hikaye, cenaze işleri ile ilgilenen ailenin babası Nathaniel’ın yıllar önce özgür bir hayat isteğiyle evden ayrılan oğlu Nate’in Noel ziyaretiyle başlıyor. Oğlunu havaalanından almaya giden Nathaniel, yolda kaza yapar ve hayatını kaybeder. Devam eden beş sene boyunca karakterlerin iç dünyasına gittikçe daha çok dahil oluruz.
Nate eve dönüp, cenaze evini yönetmek zorunda kalacaktır. Aynı zamanda havaalanında “ilginç” bir şekilde tanıştığı Brenda ile ilişkilerindeki sorunlarla uğraşmak zorundadır.
Diğer kardeş David, Nate kadar cesur olamamış ve evden ayrılıp hayalı olan hukuk fakültesine gidememiştir. Cenaze işlerinde çalışmak zorunda kalmıştır. Aynı zamanda özel hayatında ailesinden sakladığını bir sır vardır. Gündüz başka, gece başka bir hayat yaşamaktadır.
Anne Ruth ise kocasının ölümüyle birlikte yaşadığı travma sonrası, aşk hayatını ve cinsel hayatını yeniden -belki de ilk defa- keşfetmektedir. Kendi mutluluğuna odaklandığı zamanlar kocasına karşı duyduğu vicdan azabıyla yüzleşmek zorunda kalmaktadır.
Kız kardeş Claire (dizide en sevdiğim karakter), cenaze evinde büyümenin getirdiği travmaların etkisiyle yaşıtlarına göre daha sarkastik bir karakterdir. Etrafında olan olaylarla dalga geçerek kendine bir koruma kalkanı oluşturmuştur. Yaptığı hatalar ve doğrularla beş sezon boyunca kendini arayacaktır.
“Spoiler” vermemek adına birçok yan karakterden bahsedilmemiştir.
Karakterlerin ortak noktası ise hepsinin iniş çıkışa sahip olmaları. Bir süre çok sevdiğiniz karakterden daha sonra nefret edebiliyorsunuz. Nefret ettiğiniz karaktereyse farkında olmadan sempati duyabiliyoruz, kendimizle bağdaştırabiliyoruz. Her karakter bir sinüs eğrisine sahip diyebiliriz.
Zor dönemlerden geçersiniz, kötü şeyler olur, birileri gider, kendinizi yalnız hissedersiniz. İçinde bulunduğunuz durumun anlaşılmasını, biriyle konuşmak, tavsiye almak, rahatlamak istersiniz ama kiminle konuşursanız konuşun, ne duyarsanız duyun asla teselli bulamazsınız ve bulamayacaksınız. İhtiyacınız olan şey saf hayattır. Ne size acıları anlatacak ne de güzel günlere, her şeyin geçeceğine dair size umut veren biri o aradığınız şey değildir. İşte tam o anlarda Six Feet Under’ı izlediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hayatta saf iyi ve saf kötü yoktur. Hiç beklemediğiniz insanlar tarafından hayatınıza çok iyi dokunuşlar görebilirsiniz. Diğer yandan da en travmatik olayları asla beklemedikleriniz, en güvendikleriniz tarafından yaşayacaksınız. “Neden?” sorusuyla boğulursunuz ama asla bir cevabı yoktur. Sıradan bir insan asla öngörülemez. İçindekileri yalnızca kendi bilir. Ya güvenirsiniz ya güvenmezsiniz. İkili ilişkiler bir nevi kumardır.
Kötü bir döneminizde diziyi izlemeye başlayın ve yalnız olmadığınızı, hayatın gelgitlerden oluştuğunu, herkesin her şeyi yapabileceğini anlayın. Hayat bir şekilde devam ediyor.
Ve geldik dizi tarihinin en iyi final bölümüne… En katı, en soğuk insanın bile gözlerini yaşartacak, içini sızlatacak “Everyone’s Waiting” bölümünün son 10 dakikasına…. Game of Thrones’un yazarı George R. R. Martin’İn bu bölüm hakkında görüşleri şu şekilde:
“Bu diziyi yeterince beğendim ancak onu Rome’u, Deadwood’u, Fargo’yu ve diğer birkaç diziyi sevdiğim kadar sevdiğimi söyleyemem ama o son bölüm açık ara en iyisiydi. Tüm televizyon tarihinin en iyi finali ve birinin daha iyisini nasıl yapabileceğini hayal edemiyorum.”
Sizi Sia – Breathe Me eşliğinde, dünya tarihinde çekilmiş en hüzünlü vedayla başbaşa bırakıyorum.
“You can’t take a picture of this, it’s already gone.”