fbpx

Camı kırık dükkândan içeriye girdim, her şey yerle bir olmuştu, bilgisayarlar bir tarafa, telefonlar öbür tarafa fırlatılmıştı ve benim görevim de bunu yapan haydudu yakalamaktı çünkü karnımı doyurmalıydım ve ben de hürriyetimi geçici süreliğine bu tarz işleri yaparak satıyordum. Dükkan içinde biraz dolaşmaya başladım, az önce söylediğim gibi her şey yerle bir olmuştu, tek bir sağlam alet kalmamıştı, dükkânın kendisi bile zor ayakta duruyordu. Neydi bunu yapanın amacı? Ters giden bir hırsızlık mıydı bu, karısıyla kavga eden bir adamın öcünü buradan alması mıydı? Yoksa sadece manyağın teki gelip buraları alaşağı ederek hayattan hıncını mı çıkarmak istemişti? Konu insan olduğunda sınırsız neden olabilirdi, sınırsız ihtimallerden bahsediyoruz ve bir polis olarak her zaman mantıklı olanı düşünemezdim çünkü insan sanılanın aksine çoğu zaman rasyonel olmaktan çok ama çok uzaktır…

Ortağım kendince biraz etrafı dolandıktan sonra yanıma doğru yaklaşmaya başladı, uzun saçlı kendini havalı sanan genç bir çocuktur, daha çok ufaktır, çok yenidir, her şeyi çözebileceğini zanneder ama daha insanların ne olduğundan zerre kadar haberi yoktur.

“Çalınan bir şey göremedim komiserim, bunun bir soygun olmadığı çok açık.”
“Çok akıllısın Einstein, bu tespiti yapmak için mi dolaştın bu kadar?”

Ha bir de eklemeyi unutmuşum, beni pek sevmez, her zaman burnu havada birisi olarak görmüştür beni, şu çömezler beni benden alıyor.

Bir sigara yaktım, boğazımı acısıyla doldurdum, beynimi dumanlarla kapladım çünkü bunun açık kafayla çözülebilecek bir iş olmadığı aşikârdı, onlar gibi olmalıydım, onlar gibi düşünmeli, onlar gibi davranmalıydım, bir dükkânı neden yıkardım, bir dükkânı neden yıkardım?

“Bir dükkânı neden yıkardın?”

Gelen soruyu şaşkınlıkla karşılamıştı, ben de buna şaşırıyordum zaten, her şeye şaşırıp duruyordu bu çocuk, her şeyin çok normal olması gerektiğini düşünüyordu ama normalin ne olduğundan haberi bile yoktu.

“Bilmiyorum ki.”
“Neyi biliyorsun ki?”
“Şunu yapıp durmasan!”
“Neyi yapıp durmasam?”
“Bana bir aptal gibi davranmayı kesemez misin? Bu kadar zor bir iş mi senin için bu? Biraz kibar olamaz mısın?”
“Hakan! Bak koçum, sana çok basit bir soru sordum, bu ileri matematik değil, kuantum fiziği değil, bu edebiyat hiç değil. Neden bir dükkânı yıkarsın?”
“Senin gibi bir adamla uğraşmak beni çileden çıkardığı için yıkarım.”
“Mükemmel bir cevap.”

Bu cevap karşısında da şaşırmıştı, diyorum ya her şeye şaşırıyor diye, beni daha iyi anlıyorsunuzdur şimdi.

Onu da aldım yanıma, beraber kamera odasına gittik, monitörlerden izlemeye başladık, tahmin edilenin dışında bir şey yoktu, adamın birisi gelmiş dükkanı alaşağı etmişti, rastgele her şeyi alıp fırlatmıştı ama öfkesi gözlerinden okunuyordu, bir şey onu çıldırtmıştı veya her zaman çılgındı ama bunun farkına yeni varmıştı. Hakan yanımda bir bana bir monitöre bakıyordu, şaşkın bir yüzle…

Adamın yüzünü göremiyorduk, yüzünü bir maske ile kapatmıştı, keçi şeklinde bir maskeyle, sanki keçiye dönüşmüştü de sağı solu boynuzluyordu, şeytan sonunda gelmiş miydi yoksa? Şeytan sonunda kendini göstermiş miydi?

“Hakan turnayı gözünden vurduk!”

Döndü bana tuhaf tuhaf bakıyordu, sigaramı ağzımdan çıkarıp cam kırıklarının arasına fırlattım, “Şeytan, Hakan! Şeytanı bulduk! Onu tutuklayacağız.”

Hakan bana tuhaf tuhaf bakmaya devam ediyordu, yüzüne vurdum tokadı sertçe, “Ne yapıyorsun lan!?” diyerek haykırdı, “Hâlâ aptal aptal bakıyorsun ya ona sinirleniyorum çocuk! Hiçbir şeyi anlamıyorsun.”

Sinirinden resmen kuduruyordu, ben ona vurabilirdim ama o bana vuramazdı, aslında vurabilirdi, kimse bir şey yapamazdı ama buna cesareti yoktu, korkak birisiydi o, komiserim ne derse onu yaparım kafasında takılıyordu, komiserim ağzıma sıçsa haklıdır gibi bir zihniyeti vardı ama kudurduğunu her hâlinden görebiliyordum, titriyordu resmen, içinden bana attığı yumruğun hayallerini kuruyordu, seks yaparken bile böyle bir orgazm geçirmediğine eminim, bir atsa şu yumruğu, zevklerin en büyüğü onun olacak, sıkıyor yumruğunu, bombaya döndü, patlayacak, patlamaya hazır ve bum!

Çıktı odadan koşarak, yerde bulduğu kırılmış bilgisayarlardan birisini aldı ve başladı duvara vurarak parçalamaya, kırılan parçalar ellerine saplanıyordu, kan kollarından aşağıya zarifçe akarken o hiçbir şeyi hissetmiyordu, sadece orgazmını yaşamanın derdine düşmüştü ve bunun doruğuna çıkmıştı, sonra nefes nefese kaldı, durdu, sakinleşti, bana bakıyordu yine, şaşkın bir suratla…

“Neden dükkânı parçalıyorsun Hakan? Şeytan sen misin yoksa?”
“Şeytan sensin, bana bunu yaptıran sensin, tıpkı şeytanın diğer insanlara yaptırdığı kötülükler gibi!”
“Şeytan biziz Hakan, şeytan biziz.”

Ellerinin kanadığını daha yeni fark etmişti, acı içinde kıvranmaya başladı, hoşuma gitmişti, acıyı sonunda biraz da olsun hissetmesi hoşuma gitmişti.

Dükkânda yapacak bir iş kalmamıştı, parmak izi gibi işler laboratuvarın işiydi, onlar bizi ilgilendirmezdi ancak onlardan da bir şey çıkmayacağına adımdan daha çok emindim çünkü şeytan bir iz bırakmaz, eğer bıraksaydı şimdiye yakalanırdı, onu öldürürdük ve dünya daha güzel bir yer olurdu. Yoksa olmaz mıydı?

Orada daha fazla durmadık ve durumu değerlendirmek için merkeze dönmeye karar verdik, tabii daha önce bizim şaşkının eline bandaj yapılması için hastaneye uğrayıp yola öyle devam ettik, yapılacak başka bir şey de yoktu zaten, klasik program böyleydi. Hakan’la karşılıklı oturuyorduk, birbirimizi süzüyorduk, o ara sıra eline bakmadan duramıyordu, hâlâ oldukça şaşkındı, nasıl yapmıştı böyle bir şeyi? Bu o muydu? İçine şeytan mı kaçmıştı yoksa? Sanırım bu durumda içine ben kaçmış oluyordum.

Delilleri tek tek yeniden değerlendirirken kapı çaldı, tabii ki “Gel.” diyerek karşılık verdim, bugüne kadar hiç “Git.” dediğimi de hatırlamıyorum. İçeriye güzeller güzel bir kadın girdi, saçlarını sanki güneşten çalmıştı, dudakları ise cehennemin kırmızısındandı ve en az onun kadar alevliydi, bir yapışsaydım şunlara ne güzel olurdu ama ben komiserdim, aynı kıza başka bir mesleği yapıyor olsam çakmamın bir sakıncası olmazdı ama ben onun amiriydim.

“Buyur ne diyorsun?”
“Bir şüpheli yakalandı amirim, bence görmek isteyeceksiniz.”

Kimseyi görmek istemiyordum ya mecbur görecektik, hem kim bilir belki şeytanın havarilerinden birisini görürdüm, gerçi, bunun için sokağa çıkmam yeterliydi ya neyse…

Hakan’la beraber şüphelinin kaldığı odaya doğru ilerlemeye başladık, sağıma soluma bakıyordum, her saniye farklı bir ihbar, kocam beni dövüyor, dükkanım soyuldu, sokakta mastürbasyon yapan bir çocuk var, birisi beni takip ediyor, az önce bir cesetle karşılaştık, sayısız ihbar, sayısız suç ama hiçbirisi şeytan değildi, hepsi şeytanın oyuna getirdiği insanlardı, eğer cehennem buradan daha kötü bir yerse tanrıyı gerçekten tebrik ederim, buradan daha kötü bir yer yaratmak için gerçekten olağanüstü bir yetenek gerek.

Sorgu odasının kapısından içeriye daldım, adamın birisi oturmuş bir sandalyeye, başını iki elinin arasına almış bir sağa bir sola sallıyordu, ne yaptım ben der gibi, ne yaptın sen gerçekten? Masanın üzerinde de bir maske, boynuzları olan bir keçi maskesi, bu kadar mı hızlıydı gerçekten? Şeytan düşündüğümden de amatör çıkmıştı, ne büyük bir hayal kırıklığı…

Oturdum karşısına, Hakan sağ yanımda ayakta duruyor, iyi polis kötü polis mi oynayacaktık yoksa? İyi polis mi olurmuş?

Kaldırdı başını, gözlerimin derinliğine bakıyordu, ben de onunkinin derinliklerine bakıyordum, görüyordum perdenin arkasındaki canavarı, uyanmış bir ara ama geri uyumuş yine de çok şiddetli horulduyor, ben buradayım diyor, varlığını hissettiriyor.

“Sen mi alaşağı ettin o dükkânı?”

Cevap yok, sadece başını sallıyor, midemi bulandırıyor, bu kadar mı korkak olunur? Bir insan kendi iğrençliğiyle yüzleşmeye bu kadar mı korkar?

“Bana bak! Sana diyorum! Sen mi yaptın bunu?”
“Hangi dükkânı? Ben dükkânı falan indirmedim! Ben öyle bir şey yapmadım!”

Hâlâ inanmıyordu, hâlâ gerçeklerle yüzleşemiyordu, hâlâ çok zavallıydı.

“Amirim bunun konuşacağı yok, sanırım konuşmazsa başına geleceklerden haberi yok.”

Şüpheli, Hakan’ın elindeki bandajı fark etmişti, bundan ürktüğü her hâlinden belliydi, gerçi şu an her şeyden ürküyordu.

“BÖH!”

Sandalyeden düştü, biraz komikti aslında yüzümdeki gülümsemeyi engelleyemedim.

Yeniden kalktı ve oturdu karşıma;

“Hadi artık be adam! Seni mi bekleyeceğiz sabaha kadar! İtiraf edeceksen et yoksa siktir git evine, elimizde kanıt olmadığını benden iyi biliyorsun.”

Biraz duraksadı, kafası bir kuantum bilgisayardan daha hızlı hesaplamalar yapmakla meşguldü. Sonra açtı ağzını;

“Ben öldürdüm hepsini ama yemin ederim benim suçum değildi, beni yapmaya zorladı! Ben yapmak istemedim, o bana zorla yaptırdı!”

“Demek onları sen öldürdün! Neden yaptın bunu? Aşağılık herifin teki olman bile geçerli bir sebep.”

“Bilmiyorum, ben onları tanımıyordum, karşıma çıktılar, dayanamadım, hepsini öldürdüm, öldürmek güzel hissettirmişti, yeniden var olmuş gibi hissetmiştim ama şimdi çok pişmanım, neden yaptım bilmiyorum ama ben yapmadım ki! Ben yapmadım bunu! Bana o yaptırdı diyorum size!”

“KİM YAPTIRDI LAN KİM YAPTIRDI!”

“ŞEYTAN”

“DALGA MI GEÇİYORSUN A…NA KOYAYIM?!”

Hakan’ın yumruğunu yiyen adam birden kendini zeminle öpüşürken buldu, bu sefer şaşkın gözlerle ben bakıyordum, hızlı hızlı karşımda nefes alıp verirken bandajlı elini tutuyordu, elinin acısıyla kıvranarak duvara dayandı ve kendini yer çekimine teslim etti. Yumruğu yiyen adam başını kaldırdı, korku dolu gözlerle bana bakıyordu, “Bunu yapamazsınız! Bu yasalara aykırı!” İşte buna gerçekten gülmüştüm, son zamanlarda duyduğum en komik cümle buydu, “Ben bir polisim, her şeyi yapma ayrıcalığına sahibim.”

Bir müddet ikisi birden yerde süründüler, yavaş yavaş kendilerine gelip ayağa kalktılar,

“Sana son kez soruyorum. Bunu sana kim yaptırdı?”
“Yemin ederim şeytan yaptırdı!”

Sabrımın sınırlarını zorlamaya başlamıştı ama onun oyununu oynayacaktım,

“Nerede bulurum bu şeytanı?”
“Onu bulamazsınız, o sizi bulur ama siz onu bulamazsınız.”
“Ortada kabullendiğin bir cinayet var, peki ya dükkân? Dükkânı neden yıktın.”
“Dükkânı ben yıkmadım, şeytanın birden çok havarisi vardır, bunu hâlâ mı anlamadınız?”

Maskelerle dolaşan insanlar sağda solda suç işliyorlardı, bir şeytan ve havarileri vardı, kulağa hiç hoş gelmiyordu.

Cesetlerin yerini de zorla söylettikten sonra nezarete götürülmesini emrettim, Hakan’a döndüm, elini tutuyordu, hakkını vermek lazım sağlam eli varmış adam uzun bir süre kendine gelemedi.

Gün artık sona eriyordu ve bu mevzu artık yarının konusuydu, şimdi dünyadan uzaklaşmam gerekiyordu, evime gittim ve yaktım sigaramı, oturdum kanepeme, karşıma da dünyada her şeyden daha çok sevdiğim tek insan oturdu, belki de dünyada sevdiğim tek şey, ebediyen benden ayrılmayacağını bildiğim tek varlık, karşımda oturuyordu, bana bakıyor ve gülümsüyordu, ruhunu kendi içimde hissediyordum, aynı kalbi paylaşıyorduk, aynı kanla var oluyorduk.

“Şeytan dedi aşkım, şeytanın yer yüzüne indiğini söyledi, kıyamet geliyor, hissediyorum yaklaştığını, dışarıyı dinliyor musun? Şimdi dinle!”

“Dinliyorum, dinliyorum ama senin duyduklarını duyamıyorum.”

“Ben duyuyorum,  her şeyi duyuyorum, karşıdaki kadını görüyor musun? Çığlık atıyor resmen, sessizlikte yankılanan bir çığlık atıyor, peki şu balkonda oturan adam, görüyor musun onun suratını, düşünüyor tatlım, atlasam mı şuradan aşağı diye sorguluyor ama yapmayacak çünkü hâlâ düşünebiliyor ve düşünebilen kimse bunu yapamaz, intihar eden insanlar intihar ettiklerinde ölmezler, onlar zaten ölmüşlerdir, zihinsel olarak ölümleri gerçekleşmiştir, onlar düşünemezler sadece yaparlar ve bu adam düşünüyor, bu yüzden asla başaramayacak.”

“Sen ne düşüyorsun şu an canım?”

“Senden başka bir şeyi düşünemiyorum, kafamda bir virüs gibisin, gitmiyorsun, gitmeni çok istiyorum ama kalmanı da çok istiyorum, beynimi yiyorsun sanki, her köşesine yayılıyorsun, çık git kafamdan diye haykırıyorum ama aynı anda lütfen gitme diye çığlıklar atıyorum. Sen bir lanetsin, sen benim lanetimsin ama varlığından mutluluk duyduğum bir lanet.”

Gözlerinden yaşlar akıyordu, söylediğim şeylere mi alınmıştı bilmiyorum, bunlara alınmayacak bir karakteri vardı, belki de mutluluktan ağlıyordu, bilmiyorum, attım sigaramı salonun kenarına kalktım ayağa, yanına gittim, sarılmak istedim ona ama yapamadım, yapamadım çünkü ona dokunamıyordum çünkü o geçmişten geliyordu ve ben ona gelecekten selam veriyordum. Kollarımın arasında tuttum yine de onu ve yavaşça kaybolmasını izledim, ağlıyordum, küçük bir bebek gibi, elinden şekeri alınmış bir bebek gibi ağlıyordum.

Artık tamamen yalnızdım ve uyumalıydım, uyumak bana iyi gelecekti…

 

II

 

Dışarıdan gelen inanılmaz gürültüyle yatağımdan fırlamam bir oldu, hemen pencereden dışarıya baktım, bir dükkânın camını indirmişlerdi, “Bana ne!” dedim kendi kendime, tam yatağıma dönüyordum ki bir silah sesiyle daha irkildim, dışarıda yürüyen iki gencin yerde kanlar içinde yattığını gördüm, hemen arkasından başka bir gürültü daha, bir cam sesi daha, şimdi de arabaların alarmı çalıyordu, ne oluyordu dışarıda!?

Tabancamı aldım ve koşarak aşağıya indim, kendimi göstermedim, köşeden olanı biteni izliyordum ve gördüm onları, her yerdelerdi, keçi maskeli adamlar, her yeri istila etmişlerdi, önüne çıkanı öldürüyorlardı, gördükleri her şeyi alaşağı ediyorlardı, tam karşıdan gelen gençleri gördüm, maskeli herifin birisi onlara doğru koşuyordu, gençler birden çığlık atmaya başladı, kaçışıyorlardı, nişan aldım, adama doğru ateş ettim, hayatımın hatasını o an yapmıştım.

Adamı ıskalamıştım fakat şimdi hepsi çıkardığım sesi duymuştu, aynı anda bana döndüler, gözleri sanki para görmüş bir kapitalist gözlerine bürünmüştü, birden hepsi bana doğru koşmaya başladı, çektim tabancamı, önden gelen ikisini vurdum, yere devrildiler, ağızlarından kan fışkırtarak çığlıklar attılar, bana çok yaklaşmışlardı, döndüm arkamı koşmaya başladım, bir yandan da arkama dönmeden ateş ediyordum, birkaç mermi hedefe isabet etmişti, parçalanan et parçasından çıkan sesi tanıyabiliyordum. Sonumun geldiğini düşünmeye başladım, vücudumun her yeri kasılıyordu, ölüm korkusu beni bir tür süper insana dönüştürmüştü, yorulmuyordum, bir atletten çok daha hızlı koşuyordum.

Yolun sonunda yanan kırmızı-mavi ışıkları gördüm, o tarafa doğru koşmaya başladım, geldiğimi belli etmek için bir kurşun daha sıkmaya çalıştım ancak mermim kalmamıştı.

Polisler beni gördüler, hızlıca arabayı kendilerine siper edinip ateş etmek için pozisyon aldılar, ellerimi kaldırdım, haykırıyordum,

“Ben de polisim! Duyun beni! BANA ATEŞ ETMEYİN!”

Şimdi sıçmıştım işte, karşıda ayrı arkamda ayrı ölüm vardı, ölüm bu sefer beni kapana kıstırmıştı ve karşıdaki polisler ateş etmeye başladılar…

 

Gözlerimi yeniden açtığımda üzerinde çok ciddi bir ağırlık vardı ve bana bakan bir sürü keçi suratı, sürünerek sıyrıldım aralarından, etrafıma iyice bakındım, polisler üzerime doğru geliyordu, yavaşça ayağa kalktım, bana silahlarını doğrulttular, dizlerimin üzerine çöktüm,

“ATEŞ ETMEYİN! POLİSİM!”

Ölüm beni bu sefer de yakalayamamıştı, bir şeyi artık kabul etmiştim, lanetliydim ben! Hatta belki ölümsüzdüm. Buradan bile sağ çıkan birisi daha nasıl ölecekti? Buradan bile sağ çıkmıştım da doğa beni öldürebilecek miydi? Lanetliydim ben, yaşamla lanetlenmiştim.

 

III

Kapının önüne koca bir ordu yığmıştık. Arınma gecesinin üzerinden birkaç gün geçmişti ve sağ kalan havarilerden bazıları şeytanın yerini bize söylemişlerdi, şimdi kapısının önünde koca bir ordu bekliyordu, tanrının bunca zamandır yapamadığı işi biz yapacaktı ve dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağını ortadan kaldıracaktık.

Kapının kırılmasıyla beraber elimizde silahlarla içeriye daldık, her taraf tuhaf sembollerle süslenmişti, her tarafta kesilmiş keçi kafaları vardı, yüzleri oyulmuştu, maskelerin gerçek keçi yüzleri olduğunu ancak o zaman fark edebilmiştim.

Karanlığın içinde ilerliyorduk, perdeler yavaş yavaş kalkarken her şey daha net görünmeye başlıyordu ancak içerisi çok sessizdi, baskın yiyen birisinin en azından panikleyip hata yapmasını beklersiniz ancak burası çok sessizdi.

Bütün odaların içlerine bakıldıktan sonra geriye sadece koridorun sonunda o kapı kalmıştı, bütün ekip organize bir şekilde kapıya doğru yaklaştı, üçten geriye saydım, tam kapıyı kıracaktım ki kilitli olmadığını fark ettim, sanki bir davetiye gibi, ben onca zamandır buradaydım ve sizi bekliyordum der gibi.

İçeriye girmemizle beraber kapı bir mekanizmayı tetikledi, odanın ortası birden alev almaya başladı, yanıyordu, alevlerin arasında bir adam yanıyordu ama hiçbir şey yapmıyordu, hareket etmiyordu, sadece yanıyordu, ellerini havaya kaldırmıştı, boynuzları vardı, işte oradaydı. Şeytan gözlerimizin önünde kül olup gidiyordu ve bundan daha önce görülmemiş bir haz aldığı çok belli oluyordu.

Yanına doğru yaklaştım, ateşten çıkarılacak gibi değildi ancak dediğim gibi sanki yanmıyordu, hiçbir tepkisi yoktu alevlere karşı, en azından şeytanla bir kere olsun konuşmayı isterdim.

“Sen misin şeytan?”

“Hayır, hayır. Şeytan sensin, şeytan o, şeytan hepimiziz! Ben sizin içinizde yatan şeytanı ortaya çıkarıyorum, ben hiçbir şey yapmıyorum, ne yaptılarsa şeytan onlara yaptırdı! Yani kendileri! Sence neden takıyorum bu maskeyi? Ben onların günahlarını yüklediği varlığım, tüm insanlığın günah keçisiyim. Şeytan yaptırdı! Hadi oradan!”

“Neden yakıyorsun kendini?”

“Hâlâ dinlemiyorsun beni değil mi? Ben günahlarının keçisiyim! Ben kendimi yakmıyorum! Ben onların günahlarını yakıyorum! Onların ödemesi gereken kefareti ben ödüyorum! Herkes şeytan! Herkes! Herkes günahkar ve ancak öldüklerinde bu günahlardan arınabilirler! ÖLÜM ARINMAKTIR!

Sessizce yanışını izledim, yanımda duran Hakan’a baktım, o da benim gibi izliyordu, şaşkın gözlerle…

Alperen Özdemir içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!
Abonelik
Bildir
guest
0 Yorumlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin
Alperen Özdemir içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]