Hayatta her zaman bir şeylerden korkmuşumdur. Bazen böcekten, bazen yüksekten, bazen bir kamyondan, bazen bir düşten, bir düşünceden, bazen ölümden, bazen de düşmekten. Ama bu sene daha başka bir korku eklendi yüreğime. Sevmek. Âşık olmak mı denir ya da? Tüm korkularımı geçirip tek bir korku olarak kaldı bedenimde. Bütün hücrelerimi sardı, sadece korkum vardı. Kalbimi hızlandırdı, aklımı karıştırdı. Sevmekten ve sevilmekten bu kadar korkar mıydım ki ben, şaşırdım. Hiçbir duygusunu gizlemeyen ben, saklandım. Köşe bucak hem de. Sevilmeyeyim diye. Belki de ilk defa hissettiğimden. Yabancı bir duygunun yabancı bir bedende ne işi vardı böyle? Kelebek etkisi bu muydu? Kalbim böyle atar mıydı? Düşünmemek için sürekli dans eder miydim? Belki de kendimi durduramadığımdan bu dans edişlerim.
“Sevgi neydi?” sorusu geliyor aklıma bu zamanlarda. Sahi sevgi neydi? Sevgi emekti. Emek ne isterdi? Merhamet isterdi. Merhamet için ne gerekirdi? Yürek gerekirdi. Cesaret gerekirdi. Böyle bir zamanda, özellikle de böyle bir devirde bu imkânsız gibi. Gerçi hangi dönemde imkânsızlık yoktu ki? Hangi dönem mükemmeldi? Her dönemin farklı mevzusu, sorunu vardı fakat yaşadığım için galiba bu yılda farklı mevzular var. Hissettiğim ve sorun ettiğim sorunlar. Bundan önceki senelerde ne yapıyordum hatırlamıyorum. Galiba sürekli okuyordum. Şimdi ise sürekli koşuşturuyorum. Bir yerden bir yere, bir insandan bir insana, bir düşünceden bir düşünceye. Ne için koşuşturduğumu bilsem de doğru yolda mı koşuyorum emin olamıyorum. Biraz yavaşlasam hallolacakmış gibi ama biraz yavaşlasam kaybolacakmışım gibi. Yelkovan akrebi takip ederken takip edemiyorum hislerimi. Kontrollü bir şekilde geçen zamanı kontrolsüz bir şekilde yaşıyorum. Kocaman bir yüreğimin olduğunu düşünüyorum. Merhamet ediyorum, emek ediyorum ama karşılığında sevgiyi bulamıyorum. “Onca sevgiye rağmen kalbi filizlenmemişse, toprağı sen değilsindir.” demiş Cahit Zarifoğlu. Belki ben yanlış toprağım, belki de yanlış toprağı suluyorum. Sebebi hangisi olursa olsun yanlış toprağa ekilen çiçek elbet bir gün solar. Gözlerimin önünde soluşunu izliyorum. Soldukça araya giren mesafeye hayretle bakıyorum. Belki de solmuyor, uzaklaştıkça öyle zannediyorum.
Bir kâğıt kalem alıp yazıyorum. Bazen bir resmini çiziyorum. Saatlerce onun için uğraşıyorum. Onunla ilgili herhangi bir şey yapınca yaşıyor hissediyorum. Düşünüyorum. Düşünmekten ölüyor beyin hücrelerim. Kalan üç beş nöronumla yaşamaya çalışıyorum. Yanlış bir şeyler yapmaktan korkuyorum. Umut vermekten, ümit etmekten korkuyorum. Kırmaktan ve kırılmaktan korkuyorum. Uzaklaşıyorum herkesten ve her şeyden. Hayatımın kenarından çevremi izliyorum. Bazen pişmanlık bahçelerinde bir gezgin oluyor, bazen de düşler diyarında bir peri oluyorum. Bazen hiç beklemediğim şeyler en büyük dayanağım oluyor. Bu kadar güçsüz olduğuma şaşırıyorum. Bir düşün, bir düşüncenin duygusu güçsüz yapar mıymış insanı?
Bu zamana kadar sevmeyi bana kimse öğretmemiş ama sevmenin kıymetini çok iyi öğrendim. Sevmek cesaret istermiş. Her şarta, her koşula göğüs germek. Bir de sevmek için inanmak gerekirmiş. İnanmak için güvenmek, güvenmek için de tanımak. Söyle bana seni tanımadan nasıl güvenebilirim sana? Ama bir de şöyle bir şey var: Bazen sadece seversin. O yeterli gelir. Koşulsuz, şartsız, tasasız sadece seversin. Ve bu aslında en güzel duygudur içindeki.
Sevmek cesaret istiyor da acaba hazır mıyız buna?