Benim adım Ümran. Ümran Dakneş. Beş yaşındaydım. Ailemle Suriye’nin Halep kentinde, Esad rejimi yüzünden zor şartlar altında yaşarken Rusya’nın hava saldırıları sırasında evimizin yıkılması sonucu enkaz altında kaldım. Enkazdan çıkarıldığımda tenimin rengi toz yüzünden griydi. Kirpiklerime moloz yığını oturmuştu sanki. O kadar çok korkmuştum ki flaşlar her patladığında ürperiyordum. Fotoğraflarımı çekiyorlardı! Neden? Çünkü gözlerimden tüm dünyaya okuduğum bir mesaj vardı ve bu korkulu mesajın adı savaştı. Savaşın tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama bana ve çevremdeki herkese çok büyük acılar yaşattığını biliyordum. Beni ambulansa taşıdılar ve arka koltukta beklememi söylediler. Annemin, babamın ya da kardeşlerimin nerede olduğunu bilmiyordum. Öyle çok şaşırmıştım ki olanlara, ağlayamıyordum bile. Öylece bekliyordum. Canım yanıyordu, canımın yanmasını istemiyordum, annemi istiyordum, annem iyi miydi, kardeşlerim ya da babam? Elimi uyku sersemi gözüme ve kafama götürdüğümde ilk kez kanın renginin ve kokusunun ne olduğunu öğrendim. Canım çok yanıyordu, beni iyileştireceklerdi değil mi?
Benim adım Aylan. Aylan Kurdi. 3 yaşındaydım. Ailemle Yunanistan dedikleri bir yere gitmeye çalışıyordum. Ben bile kim olduğumu, nereden nereye gittiğimizi, neden bir teknede olduğumuzu ve kaçmak zorunda olduğumuzu bilmiyordum. Ama bize mülteci diyorlardı. Ne demek olduğunu bilmiyordum. Teknedekiler savaş diye bir şeyden bahsediyorlardı ve başka bir ülkede umut bulacağımızı düşünüyorlardı. Savaş mı? Ne demekti o? Bilmiyordum ki. Ya umut? Tadı nasıldı? Ya da oyuncak mıydı acaba? Bilmiyordum… Sadece annemin kucağında denizi izliyor, kırmızı tişörtüme sıçrayan suları yakalamaya çalışıyordum. Teknemizde bizden başkaları da vardı ve hepsinin yüzünde korku vardı. Korkunun ne olduğunu bilmiyordum ama hissediyordum. Özellikle insanların yüzünde… Bodrum dedikleri bir yerin açıklarında teknemiz batmaya başladı. Büyük ve derin dalgalar eşliğinde teknemizdeki insanlar birer birer suya düşüyordu. Kardeşim Ghalib ve ben de suya düştük. Annemle babamı göremiyordum, dahası nefes alamıyordum ve derinlere doğru çöküyordum ama babam bizi bulup kurtaracaktı, kurtarırdı değil mi?
Benim adım Şarbat. Şarbat Gula. 1985’te, Pakistan mülteci kampında dünyaca ünlü bir derginin fotoğrafçısı tarafından fotoğrafım çekildiğinde 13 yaşındaydım. Sovyetler Birliği denilen bir ülkeyle, vatanım Afganistan arasında savaş vardı ve bu savaş yüzünden öksüz kalmıştım. Savaşın ne olduğunu biliyordum, kampın okulunda öğrenciydim, öğreniyordum. Savaşın ve bana yaşattıklarının ne olduğunu biliyordum, hissediyordum. Fotoğrafım dünyaca bilinen derginin kapağında “Afgan Kızı” adı altında paylaşıldı. Benimse o sıralar bundan haberim yoktu. Sonrasında yayın dünyasında en fazla bilinen fotoğraf unvanı elde etti. Bundan da haberim yoktu. Benim tek bildiğim bir süre sonra evleneceğim ve ülkeme, köyüme geri dönmek isteyeceğimdi. Öyle de oldu. Evlendikten bir süre sonra kocam Hepatit C denilen bir virüs yüzünden öldü. Üç kızımla dul kaldım. Sonrasında sürekli olarak yaşamak istediğim Pakistan’da bazı usulsüzlüklerim yüzünden on beş gün hapis yattım, sürekli sınır dışı edilen ve sürüklenen bir hayatım oldu. Yukarıdaki çocuklardan tek farkım, hâlâ nefes alıyor oluşumdu. Onlar da en az benim kadar dünyaca bilinen ve fotoğraflarıyla her yerde manşet olup konuşulan çocuklardı ama kimse bir şey yapmadı. Kimse onları ve beni kurtarmadı. Savaşlar hiç bitmedi. Soğuğuyla, sıcağıyla bittiyse bile topla, tüfekle ve nükleer silahlarla devam etti. Çocuklar öldü; çocuklar öksüz, yetim ve kimsesiz kaldı. İnsanın kendisiyle olan savaşı bile bir gün bir yerde bitiyordu ama dünyanın ve doğanın insanlarla olan savaşı sanırım sonsuza kadar sürecek… Bir keresinde daha önce fotoğrafımı çekip beni “Afgan Kızı” olarak tüm dünyaya tanıtan fotoğrafçı seneler sonra tekrar bulup ziyaret ettiğinde, hayatım boyunca kendimi hiç güvende hissedip hissetmediğimi sordu, cevabım meşhur fotoğrafımdaki bakışlarımdan bile belliydi: Hayır!
Benim adım Naz. Naz Özkan. Ben hiç mülteci olmadım, canlı kanlı bir savaşa dahil olmadım, hiç öldürülmedim ve öldürmedim. Anlatamayacağım türden büyük ve sancılı savaş acıları biriktirmedim. Ama hepsini izledim. Sadece izlemekle de kalmadım, dinledim, duyurdum, yardım ettim, bağırdım, çağırdım, hissettim ve en çok da destek olabilmek adına elimden gelen her şeyi yapmaya gayret gösterdim. Son nefesime kadar da yapmaya devam edeceğim.
Dünyada 420 milyondan fazla çocuk çatışma bölgesinde yaşıyor, sırf savaşlar yüzünden 28 milyon çocuk yerinden, yurdundan koparılıyor, Yemen’deyse her 10 dakikada 1 çocuk ölüyor! Tüm dünya vatandaşlarına, yaşayan ve insan olan herkese sesleniyorum, gözlerimizin önünde kocaman bir insanlık dramı yaşanıyor ve bunu durdurmak yalnızca bizlerin elinde. Elektrik olmayan birçok yere ışık olmak için, eğitim göremeyen tüm çocuklara ilk ve en önemli ders olan yardımlaşmayı öğretebilmek için, aç uyuyan yüzbinlerce çocuğa ekmek olmak, umut olmak için, yolları berbat olmuş yerlere sevgimizden asfaltlar döşeyerek yardım ulaştırabilmek için, küçücük canların kocaman savaşların içinde kaybolmasına engel olmak için lütfen yardım edin! Hey insanlar! Artık korkunç savaşlarınıza bir son verin ve yardım edin!
Naz Özkan