Senin O’ndan farkın ne? Dersleri çok iyi. Neyini eksik ettik senin?
Benimle O’nun arasındaki fark: O’nun ebeveynleri. Anlamıyor musunuz bu koca yaşınızla. Ben bile görebiliyorum bu durumu. Görmek derken farkında olmayı kastediyorum. O’nun dersleri iyi ne eksiğin var O’ndan, demek ne kadar basit değil mi? Suçu başkasına atmaya alışmışsınız siz. İş, o suçu üstlenip harekete geçmeye gelince neden tek başımayım? Neden yanımda değilsiniz? O’nun annesi babası O’nun yanında. Bakın O’ndan farkım bu işte. Nereden bildiğimi de söyleyeyim: sınıfta anlatıyor her şeyi. Umarım her şeyi anlatıyordur da daha fazlası yoktur. Ya daha fazlası varsa? Annem böyle yaptı. Babamla bunu yaptık. Geçen hafta abim ve babamla da maç izlemeye gittik, dedi. Ben beyaz takımı tuttum bilmiyorum hangi takım ama babamlar çok heyecanlıydı, dedi. O çevresindekilerin heyecanına ortak olmuş bir çocuk. Bize de anlatın olan biteni, anlamasak da bilelim bizim de göründüğümüzü. İnsanların bizi görmezden gelmediğini. O ilerde ailesinin üzüntüsüne ortak, dertlerine duvar olur. O’na bakan iki kişi gözükse de tüm sınıf O’nu dinliyorduk aslında. Aslında tüm sınıf onun gözünden olması gereken çocukluğa bakıyorduk, penceremiz olmuştu. Fırtınalı günümüzde içimizi ısıtması için açtığımız penceremiz. Biz sormuyorduk, neler yaptınız, diye. O doğrudan anlatıyordu. Çocuk bu, paylaşmaktan çekinmez. Paylaştıkça azalmaz onun için hiçbir şey. O yüzden geri durmadan anlatıyordu. Anlıyorsunuz değil mi? Sonra zil çalıyor. Hazırlanıp çıkıyoruz. O hızlıca, hayat dolu şekilde, gözleri fırıl fırıl, seri adımlarla çıkıyor sınıftan. Bir çocuk nasıl olması gerekiyorsa öyle o. Enerjisi bitmiyor, diye yorum yapılan bir çocuk. Ütopik değil, ulaşılmaz değil. Biz, yani sınıftaki diğer çocuklar, şarjı bitmiş telefonlar gibiyiz. O var ya telefona da bağlı değil. Çünkü ihtiyacı yok. Aslında bizim de ihtiyacımız olan şey telefon değil ama onu veriyorlar elimize. Her gün okula gitmiyoruz biz. O’nun yanına gidiyoruz. Anlatsa da nasılmış çocukluk öğrenelim diye.
Bir gün gelmedi okula. Sınıf boş gibiydi. Çok sıkıcıydı o gün. Ertesi gün geldi ama biraz sönüktü gözlerindeki ışıltı. Sonradan öğrendik ki abisi vefat etmiş. Aslında abimiz vefat etmişti. Öğrendikten sonraki gün ben dahil birçok çocuk okula gitmemiştik. Acılıydık çünkü. Şimdi diyorum ki, ertesi gün nasıl oldu da gelebildi okula? Sonra aklıma geldi. Ebeveynleri ona öyle bir yaklaşmış ki üzüntüsünü emmişler adeta. Aslında ben yaşasam aynısını o gün okula gönderirdiniz beni. Evet, buna eminim. Hatta ben de okula gitmek isterdim. Çünkü gideyim de O’nun anlattıklarını dinleyip mutlu olayım diye. Üzüntüm vefat sebebiyle de olmazdı. Rutin bir üzüntüydü bu. Çünkü vefat eden kişi benim için pek bir şey ifade eden birisi olmazdı. Ne ben onu tanımış birisiydim ne de o beni tanıyan birisiydi. Lütfen yaklaşın bize. Çocuklar düşmanınız değildir. Çocuğunuz sizdendir. Neşe kaynağıdır evlerin. Yorgunsanız ve ayağa kalkamıyorsanız yatırın yanınıza konuşun. Sohbet edin. Sohbet edin ki bu çocuklar anlatamadıklarını, anlatmak istediklerini böyle kağıtlara haykırmasın. Düzgün yaklaşın ki ülkenin geleceği dediğiniz bu çocuklar utanmasın, sıkılmasın.