… Neyi unutmadım ki? Düşünüyorum da acaba şu hayatım boyunca ne kadar çok şeyi yapmayı ya da düşünmeyi unutmuşumdur. Ne kadar çok cümlem ağzımdan dökülmeden unutulmuştur. Çok şeyi unuttum. Bir dakika önceki cümlemi, neşemi, bahçemi ne çabuk unuttum. Şimdi yine kurak bir arazi hakim. Bir dakika önceki yaşama sevincime ne oldu peki? O da mı unutuldu? Neyi unutmamıştım ki?.. Ah tenimi okşadığın şu esintinin sonsuz cildimin üstünde bir yeri olduğunu bilseydim bu kadar köpeği olur muydum? Ama korkuyorum. Ya bir dakika sonra bu esintiyi de unutursam… Ne anlamı kalırdı o zaman cildimde bıraktığın o izlerin, hafif kaşıntının ve serinliğin. Karşımda duran o masum gül, beyaz yapraklarını esintiye bırakıp bana temas ettiği an bir böcek olsam. Fesleğenin kokusu eşliğinde o eklem bacaklarımı beyaz yaprağının üstünde gezdirip seyahat etsem. Ya da küçülüp en yüksekteki beyaz gülü cennet zannederek dikenlerinin her birine tırmana tırmana, basa basa çıksam. Sonra aslında beyaz bir gül olduğunu anlayıp hayal kırıklığıyla o beyaz yapraklarından dikenlerine doğru intihar etsem. O beyaz yapraklar artık kana bulansa ve hayatının geri kalanını sevgililer gününde sevgiliye büyük bir aşkla verilen o kırmızı güllerden biri olarak devam etsen. Ama senin beyaz yapraklarının kırmızı değil sadece kana bulandığını kimse bilmese. Ah güvenme o rüzgarın esintisine. O senin üstündeki kanı alıp uçurmaya değil kurutmaya geldi. Sen de artık unutursun beyaz bir gül olduğunu. Aynı bir dakika sonraki ben gibi. Ama ya dikenlerin alışırsa kana ve kanın getirdiği sıcaklığa. Ne olacak o zaman?.. Sen artık beyaz bir gül olur musun ki hala? Ya da beyazdan kırmızıya dönmüş bir gül mü olursun? Yoksa sen artık kırmızı bir gül müsün? Ya hep kırmızı bir gül olarak kalırsan… Sonradan beyaz bir güle dönme şansın var mıdır acaba? Ah o masum beyaz gül… Ah o dikenleri cennete birer basamak olan beyaz gül… Ah o beyaz yaprakları cennet sanılan gül… Ne kederin varmış. Yaprakların bile utancından terk ediverdi seni. Onlar bile kalmadı artık bu diyarda seninle. Dikenlerin teker teker kuruyup toprağına karıştı. Kurudun mu sen yoksa eskiden beyaz olan gül? Sanmam. Senin yaprakların bu sonbahardan sonra geri gelmeyecek, bir sonbahar sonra da… Dikenlerinin kurumuş olması seni rahatlatmasın. Toprağın altında köklerini kemirmeye başladılar bile. Seni de almaz ki kimse şu topraktan. Üstüne basmazlar ki rahatça şu dünyayı terk edesin. Ne çilen varmış be eskiden beyaz ve gül olan şey. Şimdi görseler seni, adını ne koyarlardı? Ben de bilmem ki. Yaşadığını bile bilmem. Ama görüyorum ki yeşil yapraklarının seni terk edişi o kadife gibi yumuşak kan ile bulanmış yapraklarına yansımamış. Onlar daha bir tutunmuş tek kuru kalmış gövdene. Gidecek gibi de durmazlar. Artık kokun da değişmiş senin. Gül kokarken ölü kokar olmuşsun. Artık güzelliğin de değişmiş senin. Gül gibi sevinç saçarken mezar gibi ölüm saçar olmuşsun. Üzülme. Bir dakika sonra unuturum, unutursun, unutulursun…
İnsanın doğumundan itibaren yaşadığı varoluşsal sancıları somut bir şekilde karşınıza sunmak istedim. İnsanın tarih boyunca değişmeden fıtratında verilen iyi ve kötünün yaşamı boyunca çatışmasının kaçınılmaz sonu unutmaktı. İnsan, iyi ile kötü arasında el değiştirerek yaşadığı hayatı sonunda özünü unutarak yitirirdi.