<<<Ölüm, Tek Gerçek – I’i okumak için
Alarmın rahatsız edici sesine uyandığımda yaşadığım her gün kadar normal bir güne uyandığımı sanıyordum. Hatta farkında bile değildim, yani ”Bugün sıradan olacak.” bile demedim. Normal bir uyanıştı işte. Yüzüme defalarca su çarpıp kendime gelmeye çalışmıştım, her gün olduğu gibi. Pijamalarımı çıkartıp okul formamı giymiştim. Çayı da şekerli içiyordum o zamanlar. Annem kahvaltı yapmam için zorlamıştı, her zamanki gibi sabah midemin yemek almadığını söylemeye çalışmıştım. Her şey aynıydı. Her şey dün gibiydi ya da ondan önceki gün ya da ondan önceki…
Sanırsam öğle arasının sonlarına doğruydu. En arka sıraya sinmiş, o gün okula gelmeyen arkadaşıma yazıyordum. Kendisi sabahtan beri cevap vermiyordu. O yok diye öğle arası dışarı da çıkmamıştım. Sonra mesaj attı. ”Zeynep, çok kötüyüm.” gibi bir şey yazmıştı yanlış anımsamıyorsam. Bu insana şu günden sonra lanet etmediğim bir gün olmadı. Sonra bu durumu aştım, hatta yakın zamanda. Yine de her aklıma geldiğinde öylesine kahroluyorum ki. Bana aynen şöyle dedi, ”Ya işte eski sevgilimle aramı yapmayı çalışan biri vardı, onun arkadaşıydı ama ben de görüyordum, ölmüş işte bu sabah.” Durumun saçmalığı bir yandan kafama vuruyorken nasıl teselli edeceğimi de bilememiştim. En yakın kız arkadaşımdı sonuçta, saçma sapan bir durumdu ama teselli etmem gerekirdi. ”Kim, ben tanıyor muyum?” Bunu da fazlasıyla umursamaz söylemiştim. Zaten mesajlaşma uygulamasındaydık, ne kadar ciddiye alınabilirdi. Sonra mesaj geldi. ”Efe, hani senin de arkadaşın var ya o işte.”
İlk kovalamaca oyunları, ilk odundan silah yapıp araba arkasına saklanmalar. Dizi sahneleri canlandırma, akşam ezanı dedim mi eve koşuşturmacalar. Akşam Facebook’tan guruba kaçta dışarı çıkacağımızı konuşmalar.. Gece bütün ahali toplanıp çekirdek yenirken biz çocuklar grubu oyun oynamalarımız. Sabahtan akşama kadar süren saklambaçlar… Mahallenin dedikoducu ablasına laf taşımalar, bağıra bağıra argo konuşunca kapıdan kovulmalar. Öylesine basit anılar bir anda film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Böyle bir haberi, böyle vahşet bir şekilde almıştım. Henüz hiç kimseyi kaybetmemenin tecrübesizliği, ölümü kavrayamamıştım bile ben. Ne yapıyordum biliyor musunuz? Bu mesajı gördükten sonraki geçmek bilmeyen dakikalarda ne yapıyordum? Efe’yi arıyordum. Mesaj atıyordum ”Kanka ne oluyor, komik mi bu şimdi?”… O gün benim hayatım bitmişti. Sonrasında abim arabayla almaya gelmiş beni, ortalık karışmış. O da bu okuldan mezundu ya hani, tanıyan da vardı yani…
Günlerce çıkamadım odamdan, balkona nefes almaya çıkmak istedim. Çıktığımda tek gördüğüm kare kare anılardı, şurada son kez görmüştüm, şurada saklambaç oynarken saklanmıştık… Yanına gitmeye cesaret bulduğumda tam bir hafta önce ”Görüşürüz.” dediğim insanın artık yalnızca bir toprak olduğunu kavramıştım. Aylar senelere karıştı ve ben onun yanına her hafta gizlice kaçtım. Konuşuyordum, ”Bugün böyle oldu, bak.” diyordum, güle güle konuşuyordum. Karşımda toprak vardı. Dışarından bakan bir insan için deli denebilecek bir konumdaydım. Ancak benim gördüğüm toprak hariç her şeydi. Toprak parmaklarımın arasından süzülürken her bir tanesinde bir anımı görüyordum. Eğer bir insanla beraber çocukluğunuzu da gömerseniz bu size asla taşıyamayacağınız bir yük olarak hayatınız boyunca musallat olur.
Alışamayacağımı sandığım onlarca gece, hastanelerde geçirdiğim onca gün… Ki ben, en yakını değildim onun. Liseye geçtikten sonra kurduğu çok güzel arkadaşlıkları vardı, eski arkadaşları da vardı. Kendisi kalbinden rahatsızdı ama yine de yaşadığımız şehrin futbol kulübünde yıllarını geçirmekten kimse vazgeçirememişti onu. Ben bilmiyordum rahatsızlığını, ben bilseydim… Keşke… Aslında tanıdığımı sandığım o küçük çocuğun ne denli büyük acılar yaşadığını, ölümünden 1 hafta sonra öğrenmiştim. Ben arkadaşımla o öldükten 1 hafta sonra tanışmıştım. Çok güzel giyimi vardı, kimsenin aklına gelmezdi yoksulluk kavramı. 1 hafta sonra annesinin yanına gittiğimde, o asıl yaşadıkları mahalleye gittiğimde gördüğüm çok daha farklı bir hayattı. Kıyafetleri hep başka insanlardan geliyordu, odası yoktu. Evlerinde küçücük bir odayı kiler gibi kullanıyorlarmış. Boştu o oda, o hafta boşaltmışlar. Orayı Efe’ye oda yapacaklarmış. Yarım kalmış bu iş. Çünkü Efe vefatından 2 gün önce babasıyla kavga etmiş.
2,5 TL. Birçok insan için hiçbir şey olan bu para babasının onu evden kovmasına sebep olmuş. Sadece 2,5 TL istemiş Efe. Vermemiş, arkadaşında kalmış o da. Vefat ettiği gün de annesiyle beraber misafir odasında karşılıklı yatıyorlarmış. Annesi şöyle demişti yanına gittiğim gün; ”Ayaklarını çırpıyordu, 10 saniye sürdü. Şuradan kalkıp yanına gidene kadar, 10 saniyede gitti benim yavrum.” O gün de bayram üstüydü. Gittiğimde annesi ağlıyordu Efe’nin. Böyle bir durumda ağlamaktan başka ne gelirdi zaten elden ama yine de tam bana denk gelmişti. Meğer hava almak için çarşıya inmiş. ”Ah yavrum, aşağıdan geliyorum. Herkes çocuğuna bayramlık alıyordu, ben de alacaktım. Ben de çocuğuma neler alacaktım, alamadım.”
Zaman geçti, dünyalar güzeli annesi kurtuldu o evden. Ayrıldı o insandan da, annesinin yakınına taşındı. Benim oturduğum yerlere yakın bir yere… Bazen görüyorum, kendi canını kaybetmiş bir insan. Evlat acısı tahmin bile edilemez bir acı, bakışları bile acının en saf haliyle dolmuş bu güzel annenin… Şimdi elden gelen yalnızca toprağını koklamak oluyor, ”Rüyama girsin lütfen Allah’ım.” demek oluyor… Öldüğü hafta biletini bile aldığı ama gidemediği maçta açılan pankartlar onu geri getirmedi, ağlamalar, haykırışlar geri getirmedi onu. Efe, güzel bir insandı. Benim arkadaşımdı, birçok insan için bir şeyler ifade eden bir insandı. Herkesin canı yandı. Ancak Efe geri gelmedi. Ölümünden birkaç gün önce 2,5 TL vermeyen babası vardı ya… Öldükten sonra mezar taşının yanına 2,5 TL bıraktı. Şimdi oraya 2,5 milyon bırak, geri getirebilir misin onu diyemedik…