Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, keyifli okumalar!
José Mauro de Vasconcelos – Şeker Portakalı
Çok kısa bir sürede tamamen dünyasını anlayabileceğiniz bir dille anlatılmış Zeze’nin hayatı, kitabın son sayfasını çevirince sizi derin bir boşluğa sürecek türden… Kitaplarda en önemli şeyin duygunun yansıtılması olduğunu düşünenler için bir başyapıt! Son 30 sayfasında salya sümük ağlarsınız. Zeze adında ailesi tarafından hor görülen küçücük bir çocuğun hayatını konu alıyor. Bir gün tanıştığı ve baba dediği bir adamla hikayesini ve sonunun tahmin edilemeyecek olmasıyla tekrar bir yıkım yaşayan Zeze bütün umutlarını kaybediyor. Şeker portakalı fidanıyla arkadaşlık kurup onunla dertleşiyor.. Bu kitabı okuyunca pişman olmayacaksınız. İki devam kitabı da var. Güneşi Uyandıralım ve Delifişek..
George Orwell – 1984
İlk 30 sayfasını kitabın dünyasını anlamak için harcıyorsunuz. Ancak ondan sonra geceyi gün edeceğiniz akıcılıkla anlatılan bir yazıdır. Kitabın kahramanı Winston Smith, bireyselliğin yok olduğu, zihnin kontrol altına alındığı kabus gibi bir dünyada yaşamını sürdürür. Big brother is watching you! Baskıcılığı deli eden bir toplumda kendi içinde baş kaldırsa da kitabın kahramanı kendi isteklerini hiç bir zaman anlayamıyor. Daha sonra kendisi gibi ama daha baş kaldırabilecek bir kadınla tanışıyor ve aşık oluyor. Bütün bir kitap boyunca inandığınız bir insan daha oluyor ve sonunda onun tamamen bir yalan olduğunu anlıyorsunuz! Kitabın en gerçekçi ve hayret edici yanı da Winston Smith’in işin sonunda çektiği derin işkencelerle beyninin boşaltılıp istenilen düşüncelerle doldurulması oluyor.. Distopik türden benim için başyapıttır, kesinlikle okunmalı.
Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali
Bu kitabın nasıl gittiğini ve bittiğini anlayamayacaksınız. Daha çok bir aşk hikayesi olarak görünse de aslında bir insanın yalnızlaşma sürecine ve giderek topluma yabancılaşmasına şahit olacaksınız. İki ayrı hikayeyi bir kitapta buluyorsunuz ve Sabahattin Ali’nin kalemine öyle hayret ediyorsunuz ki! Kesinlikle hüzünle boyanmış bir aşk hikayesi ve derin bir kabuğuna çekilme süreci… Fazlasıyla düşündürecek olan, kendi türünde başyapıt bu kitabı okuyunca Raif Efendi’nin yalnızlığını resmen kendi acınız gibi hissedeceksiniz!