Her savaş bilinen veya bilinmeyen birçok kahramanlığa sahne olur. Savaş hikâyelerinin âdeta kendilerine özgü bir hayatları vardır ve herkes kendi hikâyesinin başrolünde, zor şartlar altında bu hikâyeyi mümkün olan en iyi şekilde sonlandırmak için çabalar.
Bu kitapta, İkinci Dünya Savaşı’nda ABD Ordusu’nun 101’inci Hava İndirme Tümeni, 506’ncı Hava İndirme Alayı’nın Easy Bölüğü’nde bulunan askerlerin, Georgia’daki Toccoa Eğitim Merkezi’nde başlayan hikâyesine ve silahlı kuvvetlerde geçirecekleri zamanın onların hikâyesinde nasıl bir tecrübeye dönüştüğüne yakından şahit oluyoruz. Bahsedilen olayların gerçekte yaşanmış olması, yazar Stephen Ambrose’un kitapta savaşı bizzat yaşamış olan kişilerin anlatımlarına ve günlüklerine de yer vermesi, kitabı oldukça etkileyici kılıyor diyebilirim.
İlk bölük komutanları Herbert Sobel, bölüğünü alayın en iyisi hâline getirmeye kararlı olduğundan onlardan hep daha fazlasını ister ama kendisinin sahada oldukça yetersiz olduğunu ve çok sert davrandığını düşünen askerler tarafından pek sevilmez. Teğmen Winters ise tersi şekilde onların saygısını kazanmış, sevilen bir askerdir. Doğal olarak da aralarında ufak bir yarış söz konusudur. Bölük, yazarın ifadesiyle ”Sobel sayesinde mi, yoksa Sobel’a rağmen mi?” bilinmez, eğitimini zorlu şartlar altında birincilikle tamamlar. Kitapta bu sorun bir asker tarafından şu şekilde anlatılıyor; ”Ya korku saçarak yönetirsiniz ya da örnek olarak. Biz korkuyla yönetiliyorduk.”
Zorlu eğitimlerinden sonra; Market Garden Harekâtı, Normandiya Çıkarması ve Bastogne Savaşı gibi önemli muharebelerde yer alırlar ve son olarak görevleri Hitler’in Kartal Yuvası’nda sonlanır. Bu süreçte kitap, savaşın onlar üzerindeki etkisi, psikolojileri, duygu durumları, halkın ekonomik durumu, davranışı gibi birçok olguyu okuyucuya fazlasıyla yansıtıyor. Askerlerin zamanla kenetlenerek birbirlerini aileden bir bireymiş gibi görüp ”kardeş” olduklarını, aynı zamanda savaşın nasıl bir yıkıma yol açabildiğini, bir askerin zor şartlar altında aldığı doğru kararın uzun vadede getirisini görebiliyorsunuz.

Benim bu kitabı okumamdaki en önemli etken askerî psikolojiye olan ilgimdi. Yazarın da ifade ettiği gibi; ”Harpte psikiyatrik zayiat, silah ve şarapnel yaraları kadar kaçınılmazdır.”. Bölüğün eğitim döneminden itibaren savaşın sona ermesine kadar olan hayatlarına tanık olarak yıllar sonra dahi o günleri ”Hayatımın en önemli üç yılıydı.” şeklinde ifade etmelerinin asıl sebebini, kitabın bitimiyle bir nebze tahmin edebilirsiniz diye düşünüyorum. Uykusuzluk, arkadaşlarının kaybı, sürekli baskı altında kararlar alma gibi birçok duygunun birlikte yaşandığı muharebe sahası, herkesin tahmin edeceği üzere mental anlamda birçok çöküşün oluşmasına sebebiyet verebilir.
Bununla ilgili kitapta geçen sevdiğim birkaç kısımdan alıntı yapmak isterim. Kitabı alıp okumak isteyen kişiler için ufak da olsa spoiler yerine geçecekse bu kısmı atlamaları tavsiyemdir.
Ateş altında geçen yoğun süreçten sonra, tabur ilkyardım merkezine döner ve Winters yaralıların arasında dolaşırken bir asker görür. Ona sorunun ne olduğunu sorar, asker göremediğini söyler. Winters ona sakin olmasını, buradan çabucak çıkacaklarını ve İngiltere’ye geri döneceğini söylediği rahatlatıcı kısa bir konuşma yapar. Asker doğrulur ve ”Görebiliyorum!” diye bağırır. Winters o anı şöyle anlatıyor; ”O kadar korkmuştu ki gözleri kararmıştı. İhtiyaç duyduğu tek şey birinin kendisiyle bir dakika konuşup onu sakinleştirmesiydi.”
Paraşütle atlama eğitimleri sırasında malum psikolojik sebeplerden ötürü, yere değil ufka bakmaları emredilir. Ayrıca ellerini asla kapının iç kısmına değil, hep dış kısmına yerleştirmeleri öğretilir çünkü elleri dışardayken, o kişiyi içeride tutmak için hiçbir sebep kalmaz ve en ufak bir hareketlilik uçaktan atlaması için yeterli olur. Bir asker bu durumu şöyle ifade ediyor; ”Ellerini iç kısma koyarak sabit durmaya çalışırsa, eğer istemezse arkadaki bir düzine adam bile o kişiyi dışarı itemezdi. Bu korkunun gücüdür.”
Ayrıca kişilerden birçoğunun, o zamana kadar sürdükleri aile ve arkadaşlarıyla olan yaşantılarında oldukça huzurlu hissettikleri ve bu hissi çokça özledikleri anlatılır. Kitapta sürekli bahsedilen yazar Glenn Gray’den bir alıntıya da yer vermek istiyorum; ”Büyük risk içeren harekâtlarda askerler, yaşam dışında her türlü haricî şeyin yerine konulabilir olduğunu, sivillerle kıyaslanamayacak kadar sık anlarlar.”
Son alıntı olarak da okurken gülümsediğim bir kısmı paylaşmak istiyorum. Savaşın neredeyse sona ermesiyle birlikte, Winters sahada gösterdiği başarısı ile artık binbaşı rütbesine yükselmiştir. Hâlen yüzbaşı olan Sobel’i, bir sokaktan geçerken görür ve Sobel başını öne eğerek selam vermeden geçer. Winters arkasından seslenir; ”Yüzbaşı Sobel, biz adamı değil, rütbeyi selamlarız.”. Sobel döner ve selam verir; ”Emredersiniz efendim.”.
İkinci Dünya Savaşı’na merak duyan herkesin Kardeşler Takımı’nı okuması gerektiğini düşündüğüm, aynı şekilde askerî psikolojiye ilgi duyanlara da bir bölüğün gözünden savaşın geriye kalan hayatta nasıl etkiler bıraktığını ayrıntılarıyla anlatan, yerine göre akıcı bir kitaptı. Başta yer alan haritadan faydalanarak okunması da birçok yer ve şahıs isminin geçtiği kısımlarda kafa karışıklığını önleyecektir.
Son olarak kitabın çevirmeni olan Selçuk Uygur’a teşekkür etmeden geçmeyeceğim. Çünkü açıklamalarla ve kullandığı kelimelerle duyguyu tamamen okuyucuya ilettiğini düşünüyorum.