Dostoyevski’nin Prusya Savaşları’nda yaşadıklarını eserlerine nasıl aktardığı, Danzig cephesinde şahit olduğu dramı, Kresy cephesinde tanıştığı ilk aşkını romanlarında hangi karakterlerle betimlediği üzerine olan makalemi yetiştirmeye çalışırken arkadaşımdan gelen bir telefon akademik gündemimin alt üst olmasına yol açtı.
Eski uygarlıkların dilleri üzerine uzman olan arkadaşım son iki senesini Latince üzerine bir lügat hazırlamakla geçirmekte fakat lügat ile beraber kelimelerin bugüne hangi dönüşümlerle geldiğini de içeren kapsamlı bir çalışma. Umarım layığıyla bitirir ve literatüre kazandırmış olur. Kelimelerin dönüşümünü incelerken noktalama işaretleri de dikkatini celp etmiş ve bana noktalama işaretlerinin çok garip olduğunu söyledi.
İçimden “sonunda doğru yere gelmeye başladığını” düşünerek tebessüm ettim. Zira insanlık günlük iletişimini umumiyetle konuşarak sağladığından dolayı harflerin, işaretlerin öneminin kelimeler ve tonlama kadar anlaşılabilmiş olmadığı kanaatindeyim. Belki başka bir yazımda bu konuya daha detaylı değinirim.
Konuşmamız epey uzun sürmesine rağmen tüm detayları aktarmam mümkün olmadığından arkadaşımın istifade ettiği ve belki de okuyucunun da istifade edebileceği bir iki noktayı yazıya dökmek istedim.
Yazının Sümerler tarafından bulunduğu herkes tarafından bilinmesine karşın noktalama işaretlerinin bulunuşu çoğu insan için meçhuldür. Bu durum belki de önem atfetmeyişimizden kaynaklanıyor. Fakat atalarımız bu işaretleri ilk olarak aslında sembolik anlamları ifade etmek için kullanmışlar.
Avcı – toplayıcı toplumken karşı karşıya olduğumuz gerçekler ile tarım toplumunda yaşadığımız gerçekler farklı olduğundan dolayı kimi ifadelerimizi hayvan sembolleriyle kimi ifadelerimizi de tarım sembolleriyle ifade etmişiz. Mesela gülün aşkı sembolize etmesi, yapılan kazılar sonucu, ilk defa Yukarı Mezopotamya’da M.Ö. 30 binli yıllara rastlarken güzelliğin ceylana benzetilmesi M.Ö. 85 binli yıllara rastlıyor.
Bu ifade ediş tarzı yazının bulunmasından sonra farklı bir boyuta taşınıyor. İnsanoğlu artık harflerle ve rakamlarla beraber noktalama işaretlerini de kullanmaya başlıyor. Fakat başlangıçtaki kullanım amacı bugünkü kullanımımızdan oldukça farklı. Mesela bugün not alırken kullandığımız “*” işaretine ilk defa İndus Vadisi yakınlarında rastlıyoruz ve sembolik anlamı tahmin edilenin aksine “kar” değil, dönemin en üst yöneticisini temsil ediyor. “&” işareti dönemin önde gelen mabedini temsil ederken “#” işareti, sayısı 100’den az olan ordu birliklerini anlatmak için kullanılıyor.
Arkadaşıma bu konuda en kapsamlı bilgiyi Peter Smith’in “Conversion of Punctuation Marks – Throughout History” adlı çalışmasında bulabileceğini söyleyerek konuşmayı bitirip kendi çalışmama dönmeye çalışırken bana noktalı virgülün çok garip olduğunu söyledi. Esasının noktalı virgül değil; virgüllü nokta olduğunu, noktanın altta virgülün üstte kuzeyden doğuya doğru çeyrek çember biçiminde olduğunu fakat Roma döneminde anatomi bilmeyen biri tarafından galat olarak kullanımının meşhur olduğunu anlattım.
Daha da enteresanı iki noktanın üst üste olmasıdır ki kimin altta kimin üstte olduğunun o kadar da önemli olmadığını sembolize etmektedir.
Bugünden bakarak yazım anlamında nasıl evrimleştiğimiz her geçen gün daha da netlik kazanırken yüzyıllar sonrasına nasıl evrileceğimiz bizim için meçhul. Belki de bizim geçmiş atalarımızın sıradan kullanımlarını bugün garipseyişimiz gibi yüzyıllar sonra da insanlık bizi garipseyecek…