Amaç, hedef veya buna benzeri şeyler… Hayatımız boyunca sürekli buna sahip oluruz değil mi? Bir amaca, bir hedefe sahip oluruz çünkü olmadığımız zaman doğal olarak kendimizi “amaçsız” hissederiz ve bu hissiyat devamında başka bir soruyu getirir: “Benim bu hayatta bir amacım yoksa, sahi ne anlamı var? Bunca eziyetin, bunca acının gerçekten bir anlamı var mı?” ve sonra tabii ki bir başka soru daha gelir, “Hayatın amacı nedir?” ve bu soru biraz daha kendini genişleterek tekrarlar, “Hayatın anlamı nedir?”
Eğer bu kelimelerin arasında bu soruların cevaplarını bulacağınızı sanıyorsanız size ufak bir spoiler vereyim, bulamayacaksınız. Bu soruların cevaplarını tarihin başlangıcından beri insanoğlu aramış, çeşitli filozoflar bunların üzerlerine sistematik kitaplar yazmışlar fakat bazılarına gerçekten kırgınım çünkü o kadar karışık anlatıyorlar ki dertlerini sanki anlamamızı istemiyor gibiler. Hani bir söz vardır ya, “Eğer birisi bir şeyi çok karmaşık anlatıyorsa o kişi de o şeyin ne olduğunu bilmiyordur.” diye söyler bize. Bu söz bence çok haklı biliyor musunuz? Çünkü bu soruların cevaplarını her ne kadar anlatmak için yüzlerce sayfa kitaplar yazılmış olsa da kendileri de bilmiyorlar, bu soruların cevaplarını ne siz biliyorsunuz ne onlar biliyorlardı ne de ben biliyorum fakat onlar ve bizim aramızdaki fark ise onların bu soruların cevaplarını aramaya çalışmış olmalarıdır ve bu hiç kolay bir şey değildir çünkü bir kere düşünmeye başladığınız zaman bu bir hastalık gibi beyninizin her yanına yayılır ve bir anlamda aslında lanetlenirsiniz bu yüzden de bir daha asla normal olamazsınız; hayatınız boyunca farklı olmaya, tuhaf olmaya mahkum edilirsiniz. Bu adamlar da bu laneti göze alarak bu işleri yaptılar ve hayatları boyunca çoğu el üstünde bile tutulmadı aslında hatta bazıları toplum tarafından özellikle dışlandılar (bkz. Sokrates). Neden biliyor musunuz? Bence insanlar farklı şeylerden korkarlar ve aslında sürü etkisi dediğimiz şey de buradan gelmiyor mu? Farklı olmak istemediğimiz için hepimiz sürüyü takip etmek zorunda hissetmiyor muyuz? Çok bariz bir sebebi var, eğer farklı olursak toplumun bizi kabul etmeyeceğinden korkuyor her birimiz ve bunda da aslında haklıyız fakat toplum tarafından kabul görmek veya görmemek ne derece önemli ki? Belki kabul etmek istemeyeceksiniz ama gerçekten çok önemli, bu yüzden bu adamların yaptığı da çok özel bir icraat zaten, bu yüzden bu adamlar saygı duyulmayı hak ediyorlar.
Peki, konumuza dönecek olursak, soruyorum size! Nedir sizin hayatınızın amacı? Ne için yaşıyorsunuz? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Aslında bu sorularda hayatın amacının bir fonksiyonu daha gizli, o da kişiden kişiye değişebildiği. Hepimiz bu hayata ilk adımımızı attığımızda amacı olmayan basit bir varlıktan ibaretiz, daha doğrusu tek amacı hayatta kalmak olan bir varlıktan ibaretiz. Peki kendimize neden ayrıca bir hayat amacı seçeriz ki? Belki de hayatta kalmak içindir. Belki de amaçsızlığın sizi götüreceği uçurumdan korunmak içindir, nitekim bir insan için en büyük tehdit her zaman kendisinden başkası olmamıştır ve olmayacaktır. Derler ki bir insanın uçurumun kenarından aşağı baktığında korkmasının nihai sebebi aslında derinlerde oradan atlamak istiyor olmasıdır. Tabii ki bunun doğruluğunu ben bilmiyorum, ne de olsa bir psikolog değilim fakat hayat acılarla dolu bir yerdir, insan nadiren mutlu bir varlıktır hatta sizin için çok daha net konuşayım insan mutlu olması için de yaratılmamıştır, ne de olsa hepimiz Adem’in cezasını çekmiyor muyuz? Bu cezayı biraz daha çekilebilir kılmak için yapıyoruz tüm bunları, bir amaç arıyoruz, onu buluyoruz ve onu gerçekleştiremesek dahi onun peşinden koşuyoruz ve eğer gerçekleştirirsek kendimize yeni bir tane buluyoruz ve bu böyle sürüp gidiyor. Sonra kendimize mesela bir eş buluyoruz (Bu konuda hiç tecrübem olmadığı için yorumlarım da deli saçması gelebilir. Zaten geriye kalanların da pek akıllıca olduğu söylenemez.) ve onun da aslında amacını kendi hayatımıza ekliyoruz veya kendimizinkini onunla paylaşıyoruz veya daha da iyisi ikimizin ortaklaşa sorumlu olduğu yeni bir amaç yaratıyoruz ki bu da birbirimizi mutlu etmektir ve bundan daha güzel bir şey gerçekten çok zor olurdu. O yüzden seçiminizi dikkatli yapın çünkü karşınızdaki sizi mutlu etmiyorsa bu oyunun da bir anlamı yoktur zaten. Bu arada hiç tecrübem yok dedim ama hiç âşık olmadım demedim, onun ne olduğunu biliyorum, öyle bir hissedersiniz ki sadece bırakın onunla beraber olmayı, onunla bir dakika bile geçirmek sizi çok mutlu eder ve fark edersiniz ki aslında uğruna çabaladığınız onca şey onunla kıyaslandığında sadece bomboş bir zaman geçirme, zaman harcama aracı gibi kalır. Onu hayatınızın amacı yaparsınız, ona bağımlı olmaya meyilli olursunuz çünkü mutlu olmak istersiniz ve o da sizin bir bakıma uyuşturucunuz hâline gelir aslında. Freud da söylemiş zaten, “İnsan mutlu olmak ister, bu yüzden berbat hâldedir.” diye.
En kötüsü de bir de bunun üstüne reddedilmektir, hele bir de ilk tecrübenizse bir daha hiç mutlu olamayacak gibi hissedersiniz, tabii bu bir illüzyondur aslında çünkü olacaksınız, insansınız ve insanı insan yapan şeylerden birisi de çok güçlü bir adaptasyona sahip olmasıdır. Buradaki adaptasyon sadece fiziksel şartlar için değildir, manevi şartlar için de oldukça geçerlidir. İnsan ne zaman ki bu uyum sağlama yeteneğini kaybederse o insan için yolun sonu çok uzak değildir çünkü bizi ayakta tutan şey bütün bu güzelliklere fakat hepsinin ötesinde bütün bu felaketlere uyum sağlayabiliyor olmamızdır. Hayatımda daha doğru bir söz duymadım “İnsan her şeye alışır.” kadar.
Farkındaysanız en başından beri aslında intihardan bahsediyorum çünkü intihar aslında sondur, her şeyin sonu; acıların, felaketlerin ama aynı zamanda güzelliklerin ve bu mücadelenin, her şeyin kestirme yoludur ve ne zaman uyum sağlamayı başaramazsak, ne zaman bir şeyin altından kalkamazsak o noktada ortaya çıkmaktadır. İntihardan kaçmak için kendimize sayısız yalanlar söyleriz, amaçlar buluruz ve ne kadar mutlu olursak o kötülükten o kadar uzakta hissederiz. Size ne diyorum biliyor musunuz? Hayatın bir anlamı olmadığını, herkesin kendi anlamını tayin ettiğini, mutlu olmak için burada olmadığınızı ama hep mutlu olsaydık mutluluk diye bir şey olmayacağını en nihayetinde tüm bunların pek de bir olayı olmadığını ama hayatın da yaşamaya değer olduğunu. Aslında bunu Camus söylüyor biraz ondan çaldım ama alınmaz herhalde, biraz da süsleyerek anlattım tabii. O hâlde Sartre’ın o güzel sözüyle bitirmek isterim, “Eğer tek başınıza kaldığınızda kendinizi yalnız hissediyorsanız, kötü bir arkadaş seçmişsiniz.”
Yazıyı karışık bulmuş olabilirsiniz, başında söylemiştim, ben de bilmiyorum.