Allah-u Teala, peygamberleri vasıtası ile zamanın en meşhur özelliğinden daha üstün bir mucize göstererek insanların peygamberlerine inanmasını sağlardı. Peygamberimizin (s.a.v) gönderileceği topraklarda ise şiir veedebiyat insanlarca ilgi görülüp yönelinen en önemli sanatlardı. “İslam Öncesi” olarak nitelenen bu devirde şiir, hem bir iş hem de her devirde olduğundan daha etkileyici bir aşk aleti idi.
Muallakat ise, yani “Kabe duvarına asılan şiirler” adıyla ünlü yedi veya on şaire ait kasidelerden meydana gelen şiir koleksiyonudur.
İslam öncesi dönemde yaşamış olan Arap şairlerinin en güzel şiirleri olup dönemin geleneksel aktivitelerinden olan ve her yıl düzenlenen, herkese açık panayır ve fuarlarda yapılan şiir müsabakalarında jüri önünde okunmuş ve yarışma kazanmış şiirlerdir. Yapılan yarışmalar neticesinde seçilen şiirler altın yaldızla yazdırılarak Kâbe’ye asılıyordu.
Bu şiirler, dönemin sosyal hayatını ve şairlerin yaşadığı çevrenin doğal özelliklerini, adeta birer belgesel gibi, canlı tablolar halinde göz önüne sermeleri açısından defalarca okunmaya değer sanat harikaları olmalarının yanı sıra, İslamiyet’in doğuşundan günümüze kadar geçen yaklaşık 14 asır boyunca Arap grameri ve belagati konusundaki eserlerin kaleme alınmasında, dolaylı olarak da başta tefsir bilim dalı olmak üzere İslami ilimlerde olmazsa olmaz temel kaynak olma özelliğini sürdürmüştür.
Bu şairler arasında en meşhuru ise İmr’u’u’l Kays’tır. İbnül Kelbi’nin aktarıma göre, Hac mevsimi günlerinde Kabe’nin duvarına önce İmruü’l-Kays’ın şiirleri asılırdı. Daha sonra bu şiirler indirilir sırayla diğer şairlerin şiirleri asılırdı. Araplar bu şiirlerle iftihar ederlerdi.[1] Keskin dili ile zamanında insanlar üzerinde bir sihir etkisi bırakan ve genel olarak şiirlerinde kadınlara düşkünlüğü ile bilenen bir şairdir. Şiirleri günümüzde de Arap dili ve edebiyatında hüccet olarak görülmektedir. Her ne kadar Arapçadan Türkçeye geçince şiirlerindeki o teşbihlerini, istiarelerini ve tarizlerini tam olarak anlayamasak da şiirlerinden bir kesit paylaşmak isterim.
Benim derdimin devası, kalbimin şifası bol bol gözyaşıdır. Fakat burada ağlatacak bir hatıra kalmamış ki (4. beyt)
Eğer benim bir huyumdan memnun değilsen kalbimi kalbinden çıkarmakta hürsün. (14. beyt)
Gece kasveti ile boynunu uzatıp arkasına süre ekleyip göğsünü şişirdiğinde ona dedim ki;
Ey uzun gece! Açıl da sabah olsun, hoş sabah da senden daha iyi değil ya!..
Ne acayip bir gecesin sen! Yıldızların adeta keten halatlarla sert kayalara bağlanmış gibi… (27,28,29. beyt)
[1] Boleli 1998, s. 3
*Muallkatul aşera arapça kitap (معلقات العشرة)