Cadde ağzına kadar doluydu, her taraf insan kaynıyordu. Sözde herkes korunmaya çalışıyordu, herkes maskeliydi ancak bu sadece bir görüntüden ibaretti çünkü insanlar aslında korunmaya çalışmıyordu, sadece korunuyormuş gibi gözükmek istiyordu. Kaldırımlarda, otomobillerin saçtığı ışıkların arasında yürürken aklımdan tam da bunlar geçiyordu. İnsanlar sadece gözüküyordu, herkesin yüzü maskeyle örtülüydü, iki tane maskeyle, birisi görünüyor öteki görünmüyordu.
Dolmuşa bindim ve boş bir koltuk için yaşlı bir teyzeyle yarıştım, hızla atıldı ancak benim kadar hızlı olması imkansızdı. Koltuğu ben kazanmıştım ve sırf yaşlı diye de ona vermeyecektim çünkü bilmiyordum, maskenin altını göremiyordum. Çıkardığım üç lirayı tam da önümdekine uzatacaktım ki elimi hemen geri çektim. Bu dolmuşçuların maskesi de hiç gözükmüyordu, en iyisi bizzat elden vermekti ancak yerimden kalkarsam, hemen kaparlardı, en iyisi inerken vermekti; en güvenlisi, en garantisi oydu.
Dolmuştan inerken paramı uzattım, dolmuşçu hiçbir sıkıntı çıkarmadan aldı paramı. En iyisini yapmıştım, hiçbir sorunla karşılaşmamıştım. Caddede yürümeye başladım, kısa ve küçük olan bu cadde ağzına kadar doluydu. Her yer insan kaynıyordu, herkes maskeliydi, her yer birbirinin bir kopyası gibiydi.
Restoranlardan birisine girdim, masayı çoktan ayırmıştı. Elinde liste olan sakince yanıma geldi ve sordu: “İsminizi öğrenebilir miyim efendim?”
Bak sen şu işe, şimdi de efendi olmuştum. Birdenbire efendi yaptılar beni. Dolmuşta yer için kapışan ben, burada efendiydim. Bu da bir maskeydi, amaç ben miydim? Beni iyi hissettirmek mi? Her şey param için. Bunlar da paralı maskeliler, kim bilir akıllarından neler geçiyor. Ağzından efendim çıkıyor ama akıllarda ne fikirler var acaba?
Masama oturduğumda, beni çoktan bekliyordu. Ne için benimle buluşmak istiyordu, bence bu çok saçma bir fikirdi ancak çok yalvardı, reddedemedim. Ne kadar anlaşamasak da iyi birisiydi. Mantıklı olacağına adım kadar emindim. Onun maskesinin altını biliyordum. Onun ağzından çıkanlar beni kandıramazdı, aklından geçenleri çok iyi biliyordum.
Sessizce beraber yemeğimizi yedik. Gözlerime baktı, beni bir çember içine almaya çalışıyordu sanki. Ağzından sözler, şelaleden akan sular gibi dökülmeye başladı. Her sözü birbirinden dokunaklı, samimiyet doluydu ancak dediğim gibi, maskenin altından emindim, ağızdan çıkan o süslü sözler bizim için sadece zaman kaybıydı. Ben bu tuzağa bir kere düştüm, ikincisi asla olmayacaktı.
Restorandan cennete doğru bir adım attım. Her taraf bembeyaz olmuştu. Doğa, cenneti bir kez daha ayağımıza getirmişti ancak içerisi şeytan doluydu. Cehennem boştu çünkü bütün şeytanlar buradaydı.
Caddenin sonuna geldim, eve gitmek için metroya binmem gerekiyordu. En iyisi kestirmeden gitmekti, Milli Kütüphane’nin bahçesine girdim, sanki cennetin en karanlık yerinde gibiydim, göz gözü görmüyordu, kimseler yoktu, sadece ben vardım.
Arkamdan karları ezen bir ses geliyordu, koşarak bana sesleniyordu: “Lütfen bekle, bir daha konuşalım.” diye bağırıyordu. Onu kurtarmak, ikimizi de kurtarmak istiyordum. Ne buluyordu bende? Bende benim göremediğim de onun gördüğü ne vardı? Maske… Ben kendi maskemi göremiyordum.
Durdum ve arkamı döndüm, elimi beline attım, beraber bir banka oturduk, kar yağmaya devam ediyordu ve biz sessizce izliyorduk, sessizce…
Gözleriyle bir kez daha bana baktı. Neden beni seviyordu? Anlamıyordum, bilmiyordum, düşünmüyordum, yapacağım tek bir şey vardı ve onu yapacaktım. Maskemi indirdim ve yanağına bir öpücük kondurdum, “Seni seviyorum, neden yapıyorsun?” diye sordum. Bana döndü, şaşkın gözlerle “Neyi neden yapıyorum? Asıl sen neden böylesin? Bana çok iyi davranıyorsun, çok iyi birisin ancak neden uyduruyorsun bunları? Ben sana bir şey yapmıyorum. Beni seviyorsun ve öyle davranıyorsun, neden uzaklaşmak istiyorsun benden?” diyerek soruşturdu beni. “Çünkü seni gerçekten sevmiştim, sana bunu yapmak istemiyordum.” dedim ona. Elime doğru baktı, gözleri fal taşı gibi açılmıştı “Neyi!?” diyerek bağırdı, elimle tuttuğum taşı hızla kafasına doğru savurdum ancak eğildi ve bankı parçaladım. Hızla yerinden kalktı ve koşmaya başladı, peşinden kovalıyordum onu, çok hızlı koşuyordu, ayağı kaydı ve yere düştü, hemen üzerine atladım ve elimdeki taşla içindeki bütün kırmızıları akışına bıraktım. Cenneti kana bulamıştım. Beyazlığı kırmızıyla boyamıştım. Diğer maskemi de indirmiştim.
Abonelik
0 Yorumlar