Machiavelli 14. yüzyılda yaşamış önemli bir düşünür olarak hem kendi döneminde hem de günümüzde kullanılabilecek bir devlet ve yönetim sistemini düşünce hayatına kazandırmıştır. Öncelikle Machiavelli’yi iki şekilde ele almak gerekir: İlki kendi yaşadığı dönemin şartlarını ve konjonktürünü anlayıp ona göre değerlendirilmelidir. İkinci olarak da günümüz dünyasında bu düşünceyi nasıl değerlendirebiliriz şeklinde olmalıdır. Günümüz dünyasındaki modern devlet anlayışında prenslik, kontluk, krallık gibi yönetim biçimlerine yer olmadığı gibi “Amaca giden her yol mübahtır.” gibi insan haklarını ya da demokrasiyi ihlal eden söylemlerin geçerli olmadığını düşünebiliriz. Dönemine göre değerlendirdiğimizde ise bize mantıklı bir yönetim şekli olarak gelebilmektedir. Ben ise Nicollo Machiavelli’yi biraz daha farklı bir biçimde ele almak gerektiğini düşünenlerdenim. Döneminin dışında dünya tarihine birçok farklı düşünce kazandıran bir düşünürün tek düze ele alınması sığ bir düşünce olmaktan ileriye gitmez.
Nicollo Machiavelli’nin Prens adlı kitabında bahsettiği yönetim biçimi bir monarşi olarak görülse de İtalya için ilerleyen dönemlerde cumhuriyet ve demokrasinin kapılarını açmada öncü bir biçim olarak nitelendirilebilir. Nitekim 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde dünyadaki devletlerin monarşik düzenden cumhuriyete ya da temsili krallıkların olduğu meşruti monarşiye geçtikleri görülmektedir. O dönemlerde İtalyan birliğinin sağlanması için güçlü bir prensliğin kontlukları ele geçirmesi ve sadece savaş yoluyla değil stratejik bir biçimde onları yürütmesi en makul düzen olarak Machiavelli tarafından ortaya atılmıştır. Machiavelli’nin ”Dinler, toplumları yönetmek için kullanılmalıdır.” düşüncesi İtalya ya da Avrupa devletleri için geçerli bir yöntem sayılabilir. Bunun sebebi ise kilisenin katı yönetimi ve düşünce gelişimini engelleme amacında olmasıdır. O dönemde kilisenin krallıklar, kontluklar, devletler üzerindeki siyasi gücünü kaybetmemek için her yola başvurması ve çok güçlü bir yapıda olması kiliseye karşı savaş açmayı prenslik için tehlikeli bir durum olabilir. Machiavelli için güçlü bir rakibi direkt karşısına alarak yenmek değil onunla anlaşıp gücünden yararlanılarak prensliğin güçlenmesi yönünde ve prens gücü ele aldığı zaman mutlak düzenin sadece din değil toplumu ilgilendiren her sosyal konunun mantıklı ve adil bir biçimde uygulanmasıdır. Ayrıca prenslik yönetiminin yöntem ve amaçlarını ortaya koyan Machiavelli’nin dönemindeki en güçlü imparatorluk olan Osmanlı’dan etkilenmediğini söylemek de anlamsızdır. Merkezi otoritenin güçlü olduğu ve yeni fethedilen yerlerin merkezi otoriteye tam bağımlılığını en yüksek seviyede gerçekleştiren Osmanlı Devleti’nin döneminde yönetim açısından mutlak güç olarak görülmesi garipsenmeyecek bir gerçeklikten ibarettir. Prens karizmatik, adil, stratejik, karar alma becerisi yüksek olmalıdır ve ”Amaca giden her yol mübahtır.” düşüncesini ortaya atan Machiavelli için bu düşünce monarşinin demokrasinin önünü açabilecek bir araç olarak da düşünülebilir. Prens adlı kitabında cumhuriyet ve demokrasiden bahsetmeyen Machiavelli, Söylevler‘de ise bu düşüncelerinden bahsetmiştir. Dönemin konjonktürü demokrasi ve cumhuriyet diye bağırılmasının, bu düşüncelerin açıkça dile getirilmesinin önüne geçebilir. Burada tüm kontlukları ve krallıkları karşısına alarak cumhuriyet ve demokrasi için savaş vermenin ne kadar makul ve mantıklı bir amacı olabilir. Prenslik düzeni ile kontluklar tek bir elden yönetilmeye başlandığında prens ya da kral, gücü tam anlamıyla eline aldığında tek bir rakibe karşı savaşmak daha mantıklı olarak görülebilir. Cephe sayısını azaltıp tek bir krallığın büyük gücüne karşı savaşmak ise bazı çevreler tarafından mantıksız olarak görülebilir fakat prensliğin gücü ele almasını sağlayan düşünce prensliğin cumhuriyete geçmesini de sağlayabilir. Nitekim Marry G. Dietz’e göre Machiavelli’nin Prens adlı metni büyük bir tuzaktan ibarettir. Dietz ”Machiavelli’nin amacı verdiği tavsiyeler yoluyla Medici Hanedanı’nın iktidarını tehlikeye atıp düşüşünü hızlandırmak ve cumhuriyet temelleri atmaktır.”. Machiavelli aslında “Amaca giden her yol mübahtır.” düşüncesini prens için değil kendisi için söylemiş ve düşünce hayatında uygulamıştır. Machiavelli’nin bu söylemlerini aslında prensin yöntemlerini ve yanlışlarını halka ifşa etmek için yazdığını söylemek bir noktada Machiavelli’nin kendi içinde çeliştiğini söylemekle aynı şeydir. Machiavelli eserinde söylediği üzere “gerçekleri açığa çıkarmak” ve “siyasal dünyayı yeniden kurmak” amacındadır. Benim düşünceme göre Prens, cumhuriyeti ve demokrasiyi kurmak ya da ona zemin hazırlaması için yazılan bir eserdir. Prens’in içinde bulunan kralın kimlerle ilişki içinde olması, kimleri güçlendirmesi, kimlerle çatışmaması, halka nasıl davranması gerektiği, silahlanma ve askerî yapı, vergilendirme, atma ve görev dağılımının nasıl yapılması gerektiği ve birçok farklı konuda prensin yapması gerekenler anlatılmaktadır. Yeni kurulacak olan prenslik, Machiavelli düşüncesinde olacak ve devlet gelişimini onun düşüncesine göre sağlayacaktır. Dünya üzerinde çoğu devletin kontluklara bölündüğü, siyasi istikrarın sağlanamadığı, merkezi otoritenin ise yeteri kadar güçlü olmadığı Avrupa’da bir anda ortaya çıkıp demokrasi ve cumhuriyet söylemleri ortaya atmak ve güçlü bir şekilde savunmak Machiavelli ‘in kendi düşüncesine aykırı olacaktır. Prensin zeki ve stratejik olmasını söyleyen Machiavelli böyle bir durumda stratejik bir biçimde davranmamış olacaktır. Bunların üzerine Söylevler adlı metni yazan Machiavelli, cumhuriyet düşüncelerini de söylemekten geri kalmamıştır. Bazı düşünürlere göre ”Söylevler” metninin hayata geçebilmesi prensliğin kurulup gücün ele alınmasıyla başlayacaktır. Bu varsayımı destekleyici olarak Spinozza ”Belki Machiavelli halkın kurtuluşunu bir tek insana bağlamaktan kaçınması gerektiğini de göstermek istedi. (…) Benim eğilimim daha çok bu usta yazarın istikrarlı bir özgürlük savunucusu olarak kabul edilmesi yönündedir ve o, özgürlüğün nasıl korunması gerektiği hakkında çok yararlı öğütler vermiştir.” Belki de Machiavelli krallara öğüt veriyorum derken halk içinde bir aydınlanmanın ilk kıvılcımını yakmak amacını üstlenmiştir. Söylevler‘de ise bu aydınlanmanın harekete geçmesinin ilk adımını atmış ve özgür halkın iradesinin devlete zarar vermeyeceğinden bahsetmiş ve cumhuriyet rejiminin olumlu yönlerini anlatmaktan geri durmamıştır. Ayrıca Machiavelli’ye göre bu rejim yurttaşları devlete daha çok bağlayacağından, cumhuriyetin yenilik ve genişlemeye diğer yönetim biçimlerinden daha müsait olduğunu anlatmıştır.
Bu durumda benim düşüncem Machiavelli’nin daha özgürlükçü, halkı düşünen, demokratik bir sistem olarak cumhuriyet için çabaladığıdır. Bir düşünce adamı olarak siyasi gücü elinde bulundurmak yerine onu yönlendirmenin daha kolay olabileceğini düşünmüş olacak ki Prens adlı hükümdarlara öğüt veren bir kitap yazmıştır. Bana göre cumhuriyet savunucusu olan Machiavelli yine Söylevler adlı metninde cumhuriyetin artılarını ortaya koymuş ve halkın iradesinin ön plana çıkması gerektiği düşüncesini sert olmayan bir üslupla dile getirmiştir. Bu iki metni şu anlamda değerlendirmek bize farklı bir bakış açısı kazandırabilir. Machiavelli’nin önermesi: Yasal düzen ve dolayısıyla siyasal düzen kurmada bir prensin, bu yasal ve siyasal yapıyı korumak için ise halkın daha üstün olduğudur (Machiavelli, 2009c 91, 95). Bir başka örnek ise Machiavelli’nin “Reform yetenekli tek adama bağlıdır.” ve “Zor bir reform, bir prens gerektirir.” söylemleri aslında zemin hazırlamak istediği cumhuriyet rejimi ve demokratik düzen için atmak istediği temeller olarak yorumlanabilir. (Machiavelli, 2009c 91, 95). Bu bağlamda prensin kendi çıkarlarının aslında toplumun çıkarları olduğu düşüncesi öne sürülebilir. Machiavelli’nin ahlak anlayışı söylevlerinden anladığımız üzere özgürlükçü ve eşitlikçidir fakat bu özgürlük ve eşitliği ancak ayakta olan bir devlet verebilir. Yok olmamak için ahlaki değerler bir kılıf değiştirmiş ve özgürlüğü, eşitliği halka sağlamak ancak devleti yaşatmak ile mümkün olabileceği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Yeri geldiğinde devleti yaşatmanın toplumsal vicdan ile çelişse dahi en büyük vicdani kutsiyetin halk için devleti yaşatmak olduğuna inanmıştır. Devlet olmadığında insanın onuru kalmayacağına ve diğer etik ve ahlaki değerler tamamen yok olma tehlikesi altına gireceği için bütün bu etik değerlerin kendi bağlı olduğu düşünceyi, hukuku sağlayabilecek ve diğer devlet ve tehlikelere karşı halkı koruyabilecek bir devlet olarak kabul etmiştir.