Sabah erken uyanmalı insan, güne zinde başlamalı. Spor, kahvaltı ve klasik müzik. Sonra güzel bir duş almalı. Güzel giyinmek de önemli tabii. İnsanları etkilemekten ziyade kendini güzel görmek için. Elbiseyle tek olsaydı demeyin, ben de biliyorum. İçinizi de giydirin bir zahmet. Okuyun, dinleyin, sohbet edin, arayın eşi dostu ve sevgi sözcükleriyle doldurun içinizi. Bir araştırma yapın mesela. Bu dünya her şeye yetişmek için fazla kısa. Bir şeyin habercisi olun ve onu duyurun. İçinizdeki kelebeği bulmak gibidir bu. O kelebeğin kozasından çıkmasını beklemek zaman alır. İnsan sabırsızdır oysa. Hadi diyelim kelebek kozasından çıktı, ona uçabilmesi için zaman tanıyın. Uçmaya başlayınca tutmayın onu, dur demeyin, yavaş demeyin, aman dikkat demeyin. Kanatlarıyla baş başa kalmış kelebeğin koşusuna engel olmayın. Her sabah erkenden uyandırın içinizdeki kelebeği ama onu durdurmayın. Onu içinizde yaşatmak için her an koruyun heyecanını ama lütfen kanatlarına engel olmayın. Kelebek uçarsa yaşar. İnsan da yaşarken öğrenir ve kelebek gibi zamanı geldiğinde uçmaya başlar. Koşuya çıktığımız sonsuz zamanlarda sonsuz fikirlerle vardığımız duraklar bir teneffüs olsun. Takılıp kalmayalım oralarda. Rüzgârı durduramazsın, peki o hâlde neden karşındakinin heyecanlı koşusunda bir durak, bir teneffüs olmak yerine kanatlarını kırarsın. Her şey kırılsın ama kalp olduğu yerde kalsın. Canlı ve heyecanlı. O hâlde sen de başla koşuya, dinle müziği ve duyma diğer sesleri.
Tüm bunları düşünürken evin önüne geldiğimi fark ettim. Epey koşmuş ve terlemiştim. Hemen eve geçtim. Kafamdaki düşüncelere ayak uydurmak istercesine duşa girdim önce. Kendimi mutlu etmenin yolunu biliyordum ve güzel bir kahvaltı tabağının yanına demli çayımı ekledim. Masanın başına geçerken kapıcının getirdiği ekmek ve gazeteyi aldım. Tam gazetenin sayfalarını çevirecektim ki hemen vazgeçip gazeteyi kenara bıraktım. Bugün mutlu olma günüydü. Cemal Süreya’dan Üvercinka’yı okumak için kitaba davrandım. Bir yandan okuyor bir yandan da çayımı yudumluyordum. İşe geç kalmamak için uzun tutamadım kendimle sohbetimi. Biliyorum tuhaf gelecek ama bu da benim kendimle olan sohbet şeklim. Müzik, şiir, kahvaltı ve daha birçok şey dâhil bu sohbete. Teneffüs bitmişti ve koşuya devam etme vakti. Ayakkabılarımı giyip kapıyı çektim. İşe doğru yürürken ne kadar kısmetli olduğum geldi aklıma. Trafiğe girmeye mecbur olmayacağım yakınlıktaki işime yürüyerek gidiyordum. Yürürken işle ilgili notlarıma göz attım. Bu koşuyu da tamamlayıp akşam arkadaşlarımın yanına gidecektim. Bir teneffüs daha, mutluydum. İşe vardığımda beni yorucu bir teneffüs bekliyordu, belki de uzun soluklu. İşime son verilmişti. Üzgündüm ama durmak beni yalnızca tembellik hastalığına sürükleyecekti. Hemen kendime gelip eşyalarımı topladım. Zaten her gün bir sürü yorgunluğun içine düştüğüm bu işi pek de sevdiğim söylenemezdi ama koşuyu yarıda bırakmak da olmazdı. Şimdi daha iyisini bulacağıma inandığım bir fırsat var karşımda. Hep daha iyisine inanarak devam ediyorum koşuya. Akşam olduğunda yorulmuş olduğumu fark ettim. İş arama çabalarım henüz filiz vermemişti ama ben çiçeklerin açtığı günü heyecanla bekleyen biriyim. Ne diyorlar şimdi buna, pozitivizm mi? Bırak Allah aşkına. Koşuya başla ve yaşa, tanımlamalardan kurtul ki sen bakışınla yeniden tanımlayabilesin dünyayı, dünyanı…
Uyku vakti geldi, bir teneffüs daha. Ama insanlar bunu bile tam yapamıyorlar, uyurken düşünceler ile boğuşuyorlar ve sonra koşmaya güçleri kalmıyor. Koşup yorulmalıyız evet ama teneffüsleri doğru yerde vermeliyiz. Her şey bizim elimizde değil evet ama iyi ki de değil demeliyiz. Derken bu düşüncelerin beni uykuya kavuşturduğunu fark edemeden kapıyorum gözlerimi. Dünya böyle işte, göz açıp kapayıncaya kadar. Bir güne daha hoşça kal.