Birçok kişinin ”Kadınların savaşta yeri yoktur.” söylemlerine kaşlarımı çattığımı, tarihte birçok kadın kahramanın yer aldığını ve bu isimlerin bilinmesi gerektiğini savunarak, kendi gücümüzün farkına vardığımızda, sınırlarımızı korumanın cinsiyet gözetmeksizin vatana karşı yapılan bir görev bilinci olduğunu ayrıca belirtmekten çekinmediğimi söylemeliyim. Sizlere, II. Dünya Savaşı’nın şiddetli olduğu yıllarda cephede ağır kayıplar yaşanırken tam da bu sebeple savaşa gönüllü olarak katılmış ve kahramana dönüşmüş bir kadından; tam adı Lyudmila Mihaylovna Pavliçenko olan, tarihin en iyi kadın keskin nişancısının hayatından bahsedeceğim. Bu hikâye karmaşık duygular içeren, savaşın bir insanın hayatında yarattığı dönüşüm ve buna paralel olarak gelişen kayıplar ile yaşanan çıkmazlar döngüsünü kapsayan, kahramanca lakin hazin bir savaş hikâyesidir.
Elbette bu dönüşüme etkisi olan büyük etmenler mevcuttur, bunların yorumlanmasında öncelikle Lyudmila’nın yetiştiği koşullar ve büyüdüğü aile de önem taşımaktadır. Lyudmila, 1916’da Kiev’in güneyinde bir şehir olan Belaya Tserkov’da doğdu. 14 yaşında ailesiyle birlikte Kiev’e taşındı. Burada Kiev’deki en büyük silah fabrikalarından biri olan Arsenal’de çalıştı. Kiev Üniversitesi’ne kaydoldu ve 1937’de Kiev Üniversitesi öğrencisi olarak tarih alanında yüksek lisans yaptı. Babası kendini görevine adamış bir askerdi. I. Dünya Savaşı’nda cephelerde bulunmuş, Kızıl Ordu’dan terhis olmuş fakat askerî üniformaya bağlılığını koruyan biriydi. Nitekim Tümgeneral Petrov, üstün başarıları nedeniyle Lyudmila’ya adının yazılı olduğu bir SVT-40 keskin nişancı tüfeği hediye ettiğinde daha önce de bu soyada sahip olağanüstü cesur birini tanıdığını anlatmış, Lyudmila ise onun babası olduğunu söylemiştir.

Bir gün fabrikanın ana binasına bitişik bir poligona arkadaşının daveti üzerine gitti ve atıcılığa olan ilgisini, TOZ-8 isimli küçük kalibreli, tek atışlı sürgülü tüfekle, oldukça iyi bir başlangıç yaparak keşfetti. Bir keskin nişancı sınıfına kaydoldu ve burada bir tür sivil nişancı sertifikası olan Voroşilov Keskin Nişancı Rozeti’ni kazandı.
Kaderini asıl belirleyen olay 1941 Haziran ayında gerçekleşti diyebiliriz. Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği’ni işgale başladığında Lyudmila Pavliçenko henüz 24 yaşındaydı. Askere gitmek için hızla Odessa askerlik bürosuna gitti fakat oradaki kayıt memurları onun bir kadın olması sebebiyle sağlık çalışanı olarak görev alması gerektiğini düşünüyordu. O ise bunu reddetti ve piyadeye katılmayı talep etti. Ardından Kızıl Ordu’nun 25. Tüfek Tümeni’ne atandı ve Kızıl Ordu’daki 2.000 kadın keskin nişancıdan biri oldu.
Belyayevka, bir keskin nişancı olarak ilk kez savaşta sahne aldığı yerdi. İki düşmanını Tokarev SVT-40 yarı otomatik tüfek kullanarak etkisiz hâle getirdi. Pavliçenko, Odessa yakınlarında yaklaşık iki buçuk ay savaştı ve 187 Alman askerinin ölümüne sebep oldu. Kıdemli çavuşa terfi etti. Bu arada Asteğmen Aleksey Kitsenko ile evlendi. 1941 Ekim ayında, Rumen Ordusu Odessa’nın kontrolünü ele geçirdiğinde, Pavliçenko ve birliği şehri savunmak için Sivastopol’a çekildi. Sivastopol Kuşatması’nda sekiz ay boyunca savaştı, 257 Alman askerini öldürdü ve teğmen rütbesine yükseldi. O günlerde yapılan başarıların ardında yaşanan bazı kayıplar ile ilgili de anılarında şöyle bahsediyor; ”Savaşta silah arkadaşlarını kaybetmek çok acıdır. O zaman, tüm acımasızlığıyla beraber savaşın bir insanı tanımak için en iyi yöntem olduğunu düşünüyordum, şimdi de böyle düşünmekteyim. Sivastopol’de yanımda bulunanlar en erdemli insanlardı. Ancak sonradan her birinin kaderi farklı şekillenmiştir.”

3 Mart 1942 sabahı, Aleksey Kitsenko ile Sivastopol serçelerinin sesleri altında kahvaltı yapıyorken aniden 54’üncü Alay mevzisine düşman topçu saldırısı başladı. Ağır yaralanan eşi Asteğmen Kitsenko 4 Mart günü hayatını kaybetti. Lyudmila o gün ”en az 100 hatta daha fazla Nazi askerini öldüreceğine” dair yemin etti. Fakat travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konularak tedavi görmeye başladı. Sonra cepheye geri döndü ve 1942 Haziran ayında Sivastopol’de savaşırken yüzüne bir havan mermisinin şarapneli isabet etmesi sonucu yaralandı. Yarasını tamamen iyileştiremeden Sovyet Yüksek Komutanlığı onu savaştan geri çekti.
Lyudmila, kitabında bir keskin nişancıyı ve keskin nişancı düellosunun anlamını şöyle anlatır; ”Keskin nişancı olmak için sadece isabetli ateş etmek önemli değildi. Duyguların akla tabi olduğu, düşmana hissedilen soğuk nefret. Burada askerin demir iradesi rol oynar. (…) Keskin nişancıyı ateş etmeye kışkırtmak için pek çok yöntem gerekir. Cam, teneke ve elimize geçen her şey denenmiştir. Keskin nişancının yerini tespit edince ”keskin nişancı düellosu” denilen şey başlar. Nişangâhtan keskin nişancıyı, gözlerini, saç rengini görürsünüz fakat o da sizinkini görür. Bu durumda her şey saliseler içinde belli olur. Böyle bir keskin nişancı düellosundan sonra insan birkaç saat boyunca kendine gelemez, zira adım atacak hâli kalmaz.”
1942’de Lyudmila Pavliçenko yaşayan bir efsaneye dönüşmüştü. Tanıtım ziyareti için Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi ve Beyaz Saray’da karşılandı. Böylece ABD Başkanı tarafından kabul edilen ilk Sovyet vatandaşı oldu. Beyaz Saray’da First Lady Eleanor Roosevelt ile tanıştı ve deneyimlerini aktararak Amerika’yı gezmeye davet edildi. Bu davet uzun sürecek olan dostluklarının da bir başlangıcı oldu. Yine anılarında, sağ kürek kemiğinden omurgasına doğru yanlamasına uzanan yara izinin, Bayan Roosevelt’i nasıl şaşırttığından ve üzdüğünden de bahseder.
Savaşta dört kez yaralanmış, henüz 25 yaşında olan Lyudmila Pavliçenko, Amerika’nın Avrupa’da savaşma taahhüdünü savunan ülke çapında konuşmalar yaptı. Fakat Amerikan basını, onun eteğinin rengi ve uzunluğu yüzünden ”şişman” göründüğünü veya kadınların savaşta makyaj yapıp yapmadıklarını sorgulayan konularla, genellikle başarılarını küçümsemeye çalışan makalelere yer verdiler. Yersiz ve cinsiyetçi soruları bir kenara iterek basın toplantılarına devam eden Pavliçenko, Chicago’da büyük kalabalığın önünde, genç ve canlı gözlerle onu izleyen erkeklere aniden sesini yükselttiğini anlatır: “Beyler! Ben yirmi beş yaşındayım. Cephede hâlihazırda 309 faşist asker ve subayı yok etmeyi başardım. Fazla uzun bir süredir benim arkamda saklanmış olduğunuzu düşünmüyor musunuz?”
Amerikalılar üzerinde bir izlenim bıraktı ve hatta Amerikalı bir halk şarkıcısı olan Woody Guthrie’ye, 1942’de “Miss Pavlichenko” başlıklı bir şarkı yazması için ilham oldu.
Sovyetler Birliği’ne döndükten sonra binbaşı rütbesine ulaşan Pavliçenko, asla savaşa geri dönmedi. Eğitmen oldu ve savaşın sonuna kadar Sovyet keskin nişancılarını eğitti. Ülkenin en yüksek sivil unvanı olan Lenin Nişanı’nı iki kez aldı. 10 Ekim 1974’te, 58 yaşında hayata veda etti. Ölümünün ardından, orduda tanışıp evlendiği Asteğmen Kitsenko’nun öldüğü yere yakın bir Sivastopol sokağına ismi verildi. Biri 1943’te savaş kariyerinden sonra ve diğeri 1976’da ölümünden sonra olarak, adına iki hatıra Sovyet posta pulu basıldı. Bugün Rusya’da Lyudmila Pavliçenko askerî bir kahraman olarak anılıyor ve tarihin en başarılı kadın keskin nişancısı olarak biliniyor. II. Dünya Savaşı sırasında doğrulanmış öldürdüğü Alman askeri sayısı, 36’sı düşman keskin nişancısı olmak üzere toplam 309‘dur.

Bu hikâye benim için, bir kadın keskin nişancının savaşın ağır insanî yüküyle verdiği mücadelesi ve bir müddet sonra gelen ürkütücü sakinliği ile oldukça dikkat çekiciydi. 2015 yılında gösterime giren, hayatının anlatıldığı Bitva za Sevastopol isimli filmi ise hikâyenin bütünleyiciliği olarak izlediğim ve oldukça etkilendiğim bir film oldu. Filmde hikâye daha çok edebî ve duygusal işlenmiş olsa da keskin nişancı düellosu ve şok edici ilk cephe savaşı sahnelerinin oldukça gerçekçi olduğu kanısındayım. Yararlandığım ve alıntılarına yer verdiğim bir başka kaynak ise, Kronik Kitap’tan çıkan Lyudmila Pavliçenko’nun anılarını anlattığı Ölüm Meleği kitabıydı. Eğer bu hikâye sizin de ilginizi çektiyse filmi de izlemenizi tavsiye ederim. Yine benim gibi ilgilenenler için, askerî psikoloji hususunda farklı bir bakış açısı sunacağına eminim.