Khaled Hosseini ile geçen sene “Uçurtma Avcısı” kitabını okuyarak tanışmıştım. O zamanlar o kitabı o kadar beğenmiştim ki daha iyi bir dram kitabı yazılabileceğini düşünemiyordum. Ta ki “Bin Muhteşem Güneş” kitabını okuyana kadar. Yine bir savaş hikâyesi. Kaybolan hayatlar, yaşanılmayan çocukluklar, savaşların sonucunda en ağır bedel ödeyen kadın ve çocuklar… İlk sayfasından itibaren bir an olsun sıkılmadan, merakla ve çoğunlukla içim burkularak, bazen de ağlayarak okuduğum nadir kitaplardan. “Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.”
Bu kitapta Afganistan’ın düşüşüne şahit oluyoruz.
Bin Muhteşem Güneş, yazıları olan bir dünya fotoğrafına benziyor. Daha ne kadar kötüye gidecek diye düşünürken hep daha kötüsü oluyor. Tıpkı dünyanın şu anki hâli gibi. Kitap istikrarlı ve akıcı bir şekilde insana dram hissettiriyor. Aslında kadınların yok edilmesi değil bu dramı hissettiren, kadınların erkeklere karşı isyan edemeyip kabullenmesi oluyor. Kadınları korumak için değil, kadınları yok etmek için kullanılan gücün hâlâ dünyada var olduğu gerçeği insanı kahrediyor. İnsanın sadece bedenden ibaret olmadığını, insanların umutları olduğunu ve bu umutları öldürenlerin de tıpkı para çalanların ellerinin kesildiği gibi ceza almaları gerektiğini içimizde savunuyoruz.
Kitapta, hayattaki gibi çokça kırılma noktaları bulunuyor. Her kırılma noktasından sonra insan iyice kitabın içine giriyor. “Nana’nın intiharı” sadece bir kadının vazgeçişi değil feministliğin çöküşü olarak işleniyor. “Raşit’in ortaya çıkışı” hayatta iyi insanlar kadar, çok kötü insanların da olduğunu kalbimize vura vura gösteriyor. “Tarık ve Leyla aşkı” insanın kalbinde yaşayan çocukluğun ve sevginin bu kötü dünyada ne kadar elzem olduğunu bize sunuyor. “Leyla-Meryem dostluğu” bir insan arkadaşını ne kadar sevebilir? Bu dostluk bizi uç noktalara götürüyor. İki insanın canlarını feda edecek kadar birbirlerini sevişine şahit oluyoruz. Gördüğüm en çıkarsız dostluklardan olan bu arkadaşlık yıllar geçse de kalbimin en güzel köşesinde yer alacak. Kişilere ve kişilerin kişiliklerine baktığımız zaman zıt karakterler üzerinden senaryonun ilerlediğini görüyoruz. İyi insanları görebilmek için kötü insanların var olduğunu, aynı bir dünya düzeni gibi senaryoda izliyoruz.
Yazar, karakter hikâyelerini o kadar güzel tamamlamış ki başka herhangi bir son insanı rahatsız edebilirdi. İyi karakterler kış gününde çıkan güneş gibi parlarken kitabın kötü karakterleri ise güneşin gelmesini engelleyen bağnaz ağaçlar gibi her yeri kaplıyor. Kitap duyguları çok yoğun yaşattı bazen kitabın içine girip Raşit’i dövmek isterken bazen Meryem’i sımsıkı kucaklayıp onu kurtarmak istedim. İki farklı hayattan gelmiş iki insanı kötülüğe karşı birleştiren yazarımız çok zor bir senaryoyu başarıyla tamamlamış. Kahramanların farklı geçmişi ve görüşleri, bir araya gelmesi imkansız durumları olmasına rağmen kötülüğe karşı o kadar güzel baş başa veriyorlar ki kitabı okurken hep o iki kadını okumak istiyor insan. Dünya yakın tarihi hakkında da oldukça aydınlatıcı olan, Asya’nın göbeğinde insan hayatının, özellikle de kadınların, ne kadar değersiz olduğunu anlatan bu eser kesinlikle okunmalı ve okutturulmalıdır.
Kitapta “bu bedelsiz bir huzur değil.” demişti Leyla. Kitabın sonunda bizim mutluluğa kavuşmamız da bedelsiz bir mutluluk olmuyor. Bazen ağlayarak, bazen kırılarak devam ettiğim kitabın sonunda okuyucu hak ettiği huzura biraz olsun kavuşabiliyor. İnşallah bütün iyiler bedelsiz bir huzura erişirler.