fbpx

Bir an,

yalnızca

bir an.

İnsanın insanı kaybetmesi

birkaç saniye.

Kaybettiğin can, canan,

göğüs kafesinin orta yerine hapsettiğin.

Saniyeler içinde çökebilir

 hayatının orta yerine inşa ettiğin o sevda iskelesi

Toz duman altında kalabilir

bakmaya bile kıyamadığın.

Göğün düzeni işte

Birbirine zıt iki duygu, iki farklı neden;

Aynı çarpıntı ile zorlayabilir yüreğini.

Dün sol bileğini şahlandıran o ses,

Aşkının deli dolu haykırışıyken

Bir anda sıkışan nefesinin ardındaki ses olur.

Şimdi ben,

 “Hayat” deyip geçebilir miyim?

Seni kaybetmenin korkusunu,

O korkunun aldırmadığı nefesleri

Tek bir kelime ile anlatabilir miyim?

Senden sonra seni insanlara anlatırken ya da gel dürüst olalım, kendimi ikna etmeye çalışırken “O benim için bir ölü artık, sevmeye devam ettiğim bir ölü, oturup ağlıyorum mezarının başında, dualar ediyorum, gözyaşları döküyorum, çiçekler götürüyorum kabrine ama artık kalkıp bana sarılamayacağını, ona sarılamayacağımı biliyorum.” diyordum.

Hayatımın sonuna kadar bir daha ne seni ne de başka birini koyamam artık o mezara. Koymam. İnsanlar hakkında, onlar için tahayyül ettiğimiz şeylerin onların gerçekleri olma ihtimalinin ne kadar korkunç olduğunu seninle öğrendim. Yine pek çok şeyi öğrettiğin gibi bunu da bana sen öğrettin. Yine gözümün içine baka baka (ki gözlerim hep gözlerindedir) verdin dersimi.

Belki böyle olmasını planlamasan da senin de intikamın buydu. Her daim gülen, içindeki tutkuyla geçtiği her yere bahar getiren bir kadından bir enkaz yaratabilme ihtimalini yine koymuştun gözlerimin önüne. Sen belki bir arabanın koltuğunda uyurken ben aynı arabanın koltuğunda olmadığım için evrene lanetler içinde uyandım.

Uzun zamandır sana mektup yazmadığımı fark ediyorum ardı ardına dizilen şu satırların ardından. Artık okumayacağın, okuyamayacağın mektuplar… Galiba o sağa sola savrulan yaralarımı bir rafa yerleştirmeyi başardım. Hani şu akşam olduğunda evine yorgun argın girersin de tam karşında duvarı boydan boya kaplayan kütüphanenin tam ortasında en sevdiğin eşyalarını koyduğun bir raf vardır ya. Eğer birkaç saniye bakmayı başarırsan yüzünde yalnızca tebessümler açtıracak ama eğer uzun bir bakış atacak olursan bir köşesine, gözünden yaşlar dökecek o raf…

Şimdi ben o rafa yepyeni, okurken hayatımda yaşadığım tüm heyecanları unutup yalnızca onun satırlarında kaybolduğum bir kitap koymak istedim. Ama ne oldu biliyor musun? O kitap o rafa olmadı. Sığmadı belki ya da uymadı. Bilmiyorum, anlayamıyorum. O kitabı tekrar açıp okuyamıyorum, yalnızca kolumun altında taşıyorum.

“…Şunu sakın unutma

                        Eğer benimseyip de

Kullanmayı bilirsen

                        Ayrılıklardır bazen

Bir öznel buluşmanın

                        Tek gerçek odağı

Düşün yol ayrımında

                        Seni sana gösteren

Açılmış bir göz gibi

                        Şaşkın bakan bukağı…”

(Metin Altıok, Fermuar)

Kitabın ilk sayfasına yazdım bu dizeleri. Çünkü o sayfalardı bana kendimi gösteren, gözlerinin içine baktığımda dürüst bir sırdaş gibi; mümkün gibi göstermeyen imkânsızları, kandırmayan, kanmayan. Ama işte bana da ait değildi. Sanki başka birinin adına imzalanmış ikinci el bir kitabı sahiplenmeye çalışan bir yabancıydım. Oysa o kitap yepyeniydi. İnsanı mutlu eden kâğıt kokusu bile gitmemişti üzerinden. Yanlış kitap olmadığına da emindim aslında. Bana öğrettikleri, yaşamadan yaşattıkları ve eşsiz tecrübeleriyle kesinlikle doğru kitaptı.

Beni anlatıyor ve anlıyordu ama o rafta bir yer edinemeyişin önüne geçemiyordu hiçbir şey. Bir çocuk asla sahip olamayacağı bir oyuncağa nasıl saatlerce bakarsa aylardır öyle gözlüyordum onu.

Onun gözlerine uyandığım bir sabahta dehşet verici bir huzura sahipken bana ait olmadığını düşündüm o huzurun. Aslında “yaşamayı yaşa” diye çıkmıştım yola ve hayatımın en güzel seyahatinden elimde küçük bir bavulla dönüyordum. Ama döndüğüm yer yine o kitaplık, yine o raf ve o rafa sığanlar ve sığmayanlar arasında yudumladığım kahveydi.

Böyle anlarda kahve içmezdim aslında, sesine sağır kesilmek isterdim yüreğimin ve bir şişe kızıl şerbetle şenlendirmeden şakaklarımı kalkmazdım yerimden. Lakin insan bilir bazen, gerçekleri hayallerinden ağırdır, sarıldığı arzuladıkları değil yalnızca yaşadıklarıdır.

Ve şimdi yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

“…Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle

Çünkü acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı

Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına

Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı…

(Ataol Behramoğlu, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var)

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorumlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]