-Çizimleri gördün mü?
-Hayır, niye ki?
-Kırmızı güneş, kırmızı çimenler ve kırmızı bulutlar çizmiş.
-Peki bunu bana söyleyecek kadar büyük olan şey ne?
-Onun kırmızı kalemi iki hafta önce kırılmıştı.
-Bir arkadaşından ödünç almıştır.
-Oğlumuzun kırmızı kalem isteyemeyecek kadar asosyal ve içine dönük birisi olduğunu gayet iyi biliyorsun Edd.
-Peki gel kendisine soralım. İşin aslını öğrenmiş oluruz.
Eşimin bu sözleri ve soğukkanlılığı karşısında şaşırmıştım. Aynı zamanda o da endişelenmemeye ve sakin kalmaya çalışıyordu diye düşündüm. Odaya girdiğimizde Steve, önündeki kocaman kâğıda yeni bir resim yapıyordu. Önünde sahip olduğu bütün renkler vardı. Kırmızı hariç tabii. Edd yavaşça yanına gitti ve oturdu.
-Nasılsın oğlum? İşler yolunda mı?
-Benim bir işim yok ki. Nereden bileyim işlerin nasıl olduğunu.
-Doğru söylüyorsun ama bu soru iş sahibi insanlara sorulan ayrı bir soru değildir. Annenle merak ettik, neden panondaki resimlerin her birinde aynı rengi kullandın?
Edd? Bunu yapmış olamazsın, sorun aynı rengi kullanması değil. Sorun elimizde bulunmayan bir rengin ısrarla kullanılması. Sorunu nasıl olur da buymuş gibi gösterebilirsin. Aklım almıyor.
-Baba onları gördüğümüz renklerde çizdim ve boyadım. Mesela güneşi sarıya, arabamızı siyaha boyamıştım.
Ne?! Bunu demiş olamazsın Steve. Nasıl olur? Gayet bariz, buradaki resimlerin her biri kırmızı kalemle ortaya koyulmuş eserler.
-Steve saçmalama, buradaki resimler kırmızı kalemle yapılmış. Derhal neler olduğunu anlat, sana karşı kırıcı ve sinirli olmak istemiyorum.
-Anne gerçekten bunları dediğim şekilde çizdim.
-Peki bu hâle nasıl geldiler?
-Onları tamamladıktan sonra bu hâle getiren Marty’ydi.
-Marty de kim? Senin resimlerini nasıl oluyor da bu kadar köklü bir şekilde değiştirebiliyor.
-Orada duruyor işte. Bana sus işareti yapıyor şu an. Ayrıca sizin gitmenizi bekliyor.
-Steve şakanın sırası değil. Gösterdiğin yerde koltuktan başka hiçbir şey yok. Bunların yanında gitmemizi neden bekliyor anlamış değilim.
-Yarım kalan konuşmamızı devam ettirmek istiyor diye düşünüyorum.
-Bir de konuşuyorsunuz ha?!
Edd, Allice tatlım sakin ol, diyerek beni odanın dışına çıkardı. Nasıl sakin olabilirim, oğlumuz olmayan bir şeyle konuştuğunu ve ürpertici bir biçimde onunla temasa geçtiğini söylüyor. Bu sakinliğini anlayamıyorum. İkinizin de delirmiş olma ihtimalini aklıma getirmek istemiyorum. O daha 6 yaşında. Böyle bir durum karşısında nasıl bu kadar soğukkanlı olabilir, diyerek tersledim.
O andan itibaren evimiz sessizliğe bürünmüştü. Akşama kadar psikolog ve bu durumu açıklığa kavuşturabilecek kim varsa her birine ulaşmaya çalıştım. Geç vakitlere kadar en güvenilir kişiyi bulmaya özen gösterdim. Artık gözlerim uykusuzluğa dayanamıyordu. Annelik hislerimse asla uyumamam gerektiğini söylüyordu.
Gözümü açtığımda yanımdaki kısmın boş olduğunu gördüm. Edd’in bugün hiçbir işi yoktu. Neredeydi ki şu an. Haber de vermemişti. Telefonuma baktığımda herhangi bir arama ya da mesaj da görememiştim. Tedirgin olmaya başladım. Dün yatakta kırmızı boya olayını konuşup beraber uyumuştuk. Hemen doğruldum ve Steve’in odasına yöneldim. İçeri girdiğimde çok tiz bir çığlık attım.
Sıçrayarak yataktan doğruldum. Edd de kalktı ve gözleri yuvalarından çıkarcasına bana baktı. Sakinleşmemi ve hepsinin sadece kötü bir rüya olduğunu söyledi. Sanırım Steve’in anlattıkları etkiledi, dedim. Ne anlattı ki? diye sordu.
‘‘…Odaya girdim ve ikiniz de gözlerinize saplanmış hâlde duran bir kırmızı kalemle yerde yatıyordunuz. Sonra çığlığım duramadı içimde.’’ ‘‘Tatlım, biz Steve ile böyle bir konuşma yapmadık. Ayrıca panodaki eserler de kendi renklerinde. İstersen gidip bakalım.’’
Tüm bu olanların tamamıyla bir kabus olduğunu anlamış olmanın verdiği rahatlıkla su içmek için mutfağa gitmeye niyetlendim. İçeri girip ışığı yaktım, masaya oturdum ve suyumu içtim. Bardağı tezgaha bırakıp mutfaktan ayrılmak için adım attım. İkinci adımımda olduğum yerde kaldım. Gördüğüm manzara aklımı yitirmeme yetecek kadar kuvvetliydi. Kapıda gayet büyük bir şekilde “RED” yazıyordu. Hemen Steve’in odasına gittim ve oda kapısında hareketsiz bekleyen Edd’i gördüm. Hiçbir hareket emaresi yoktu. Seslenmeme rağmen dönmeye tenezzül etmemişti. Yanına gittim ve baktığı yere baktım. Oğlum, küçücüğüm, biriciğim. Yüzü kıpkırmızı boyanmış şekilde öylece duruyordu. Nefes almıyordu. Artık delirsem de kurtulsam diyordum.
Hangisi gerçekti bu yaşananların. Edd bembeyaz olmuştu. Doktorlar oğlumuzun ölümüne sebep bulamazken ne yapacağımızı bilemiyorduk.