Ocağın ortalarıydı. Önceden olsa her tatilde yaptığı gibi 15 günü bomboş bir şekilde telefona bakarak geçirirdi. İki senedir bu düzeni bozan bir rutin oluşturmuştu kendisine. Daha doğrusu, oluşturmak zorunda kalmıştı. Hafiften kar yağıyordu. Pencerenin başına geçti, şiir defterini eline aldı ve kahvesini yudumlayarak yazmaya başladı.
Birkaç satır karaladıktan sonra köşede iki haftadır okunmayı bekleyen kitabını eline aldı ve kaldığı yerden devam etti. Sayfaları çevirdi, çevirdi, çevirdi… İlerledikçe yer ve gök gibi birleşen sayfaların kıyametini getirdiğini henüz anlamamıştı. Farkındalık. Farkındalık da diğer herkese olduğu gibi onun da sonunu getirecekti ama bu ne zaman olacaktı kestiremiyordu.
İşi bittikten sonra güzelce hazırlandı, saçlarını taradı ve montunu giydi. Evden ayrılırken sobanın kenarında sıcaktan mayışıp uyuyan kedisinin başını okşamayı da unutmadı. Köşedeki çiçekçilerden birine girdi. Gözüne kestirdiği en güzel çiçeği -pembe olmasını göz önünde bulundurarak- satın aldı. Ona hediye almış olmanın verdiği mutlulukla otobüse doğru adımladı. Üstüne not bile yazmıştı.
Otobüsten inip karın verdiği ıslaklıkla çamurlanan yollarda üstünün kirlenmemesine dikkat ederek yürüdü. Sonunda onu gördüğünde kırık bir tebessüm etti fakat görünen o ki yanında doğum gününü kutlayan başka insanlar da vardı. Arkasından gelen üç beş kişi de buna dahildi. “Ne kadar çok seveni varmış böyle…” diye içinden geçirdi. Evet, bayağı ziyaretçisi var gibi görünüyordu. Yanındakiler ayrıldıktan sonra yanına ilerledi. Tam başının ucuna gelip kocaman gülümsedi.
“18. yaş günün kutlu olsun.”
Çiçeği toprağın üzerine bıraktı ve ardından gelenlerin de -hayattayken ziyaret için oldukça meşgullerdi- vakit geçirmesi için mezarlıktan ayrıldı.
İşte, iki sene çoktan geçmişti, ama görünen o ki böyle bir pişmanlığı kafasından atması için yirmi sene bile az gelecekti.
Daha 13 yaşında sosyal medyadan kendisini oldukça güzel manipüle eden birisini hayatından vazgeçmemesi için ikna etmeye çalışmıştı. Ufak bir teselli de değildi bu, kendisine tamamen kendisini suçlu gösterecek bir oyun kurulduğu için, birisinin ölümüne sebep olmak istemediğinden fazlasıyla çabalamıştı.
Neyse ki bu kişi bir zaman sonra yakasını bırakmış ve hayatından çıkmıştı. Çok geçmeden liseye geçmiş, bu çocukla tanışmıştı. Oldukça iyi bir arkadaşlıkları vardı. Çocuk şiir, kız günlük yazardı. Teneffüslerde yan yana gelip kitap karakterlerini eleştirir, hayatı sorgularlardı. Tatiller geldiğinde ise kız buluşmaya cesaret edemediğinden Ay’a bakarak birbirleriyle konuşurlardı. O gece Ay varsa muhabbet de vardı anlayacağınız.
Zaman geçti. Çok yakın arkadaş olmuşlardı. Çocuk sürekli ölümden sonrasından bahsediyor, kız ise çocuğun kayıp gitmesinden korktuğu için onun söylediklerine asla katılmıyor, çok saçma düşüncelermiş gibi davranıyordu. Çocuk da zaten çoğu zaman bu kız sayesinde vazgeçmişti bu düşünceden. Bir dedesi bir de bu kız, eğer ölürse çok üzülürlerdi bu yüzden ölmemeye karar vermişti.
Çok uzun sürmedi, tekrar bu düşüncelerle geldiğinde kız oturup ağlamaya başladı. Sokaktan geçerken hiç tanımadığı hâlde ona gülümseyen birinin cenazesine gitse çok üzülecek olan bu kız, arkadaşı olmadan hayatına nasıl devam edeceğini kestiremiyordu. Çocuk giderse sırları da gidecekti, çocuk giderse anıları da gidecekti, çocuk giderse Ay da gidecekti. Hatta kızı bir kenara bırakalım, düşünen bir beyin dünyadan gidecekti. İnsanlığın haberi olmasa bile bu, insanlık için çok büyük bir kayıptı.
Öte yandan, kız laf anlatmaktan yorulmuştu. 15 yaşında kendisinin bile yeni yeni farkına varan bu kız, bu çocuğu hayata döndürmek için çabalıyordu. Kendisini unutmuştu. Aynısının 2 sene önce de başına geldiğini hatırladı. “Böyle bir şeye cesaret edemez. O kadar kolay değil.” diye içinden geçirdi. Yaşıtlarına bir baktı. Hiçbirinin onun gibi şeylerle uğraşmadığını görünce iç çekti. Neden bu yaşta bu kadar sorumluluk üstlenmişti ki?
Çocukla son kez konuştular, kız son olduğunun farkında değildi. Çocuk kıza ölmese bile onunla arkadaşlık kurmayacağını söylediğinde kız çok sinirlendi. Aylardır kendisi için uğraşıyordu ama sonucu bu muydu? Peki, dedi. “Ölmezsen daha iyi arkadaşlar bulursun.”
Ölmeyeceğinden o kadar emindi ki bu cümleleri kurmuştu. Ona çok kırgındı. Çocuğun ona küstüğünü, son defa vedalaşmak istediğinden yazmış olduğunu düşündü.
Dört gün geçti. Olmaz dediği oldu. Sırları gitti, anıları gitti ve Ay, ışığını kesti. Geriye pişmanlık kaldı. Omuzlardaki yük kaldı. Bir süre de hiç onun gözünden dünyaya bakmamış, daha doğrusu kafalarını kaldırıp çevrelerinde ne olup bitiyor, kim iyi kim kötü diye dünyaya bakmayan insanlar tarafından katil damgası yedi.
“Haberin vardı.”
“Kurtarabilirdin.”
“Katilsin, engel olmadın.”
Kendinizi 15 yaşında bir çocuğun yerine koyun şimdi. Kendinizin yeni yeni farkına varıyorsunuz. Kendinizden çok karşınızdaki için çabalayıp onun sorumluluğunu ebeveyninden çok üstleniyorsunuz. Bu satırlara sığmayacak olan karşılıklı sohbetler ve birçok kez ölümün eşiğinden arkadaşınızı kurtarmanızı sağlayan hamlelerinize, onun hâlâ yaşaması için sebepler olduğuna inandırıp ona yoldaşlık etmenize rağmen iki üç tane kendini bilmez insan sizi katil yerine koyuyor. 15 yaşında en yakın arkadaşınızın katili olmakla suçlanıyorsunuz. Ne kadar kulak asmamaya çalışsanız bile bu düşünceler gece yatağa yattığınızda beyninizi kemiriyor. Yürürken, sohbet ederken, temizlik yaparken bunlarla baş başa kalıyorsunuz. Seneler geçiyor, yokluğu yetmezmiş gibi bir de bu yük oluyor size.
Peki, bu kız katil ise bu kızın çocukluğunu bu düşüncelerle harcatan insanlar neydi? Arkadaşları, hiç tanımadığı insanlar, insanların kötü bakışları, derdinden bahsettiğinde duymazdan gelen sözde arkadaşlar ve dahası. Bunlar kimdi? Bir ara da bunun üzerine tartışalım.