Gerçekten kelebekler kadar ömrümüz var. Yaşadığımız günler bunu kanıtlar nitelikte ve bu geçtiğimiz bir sene boyunca ben hep bunu düşündüm. Hayatım bitti mi? Dünya sonunda yok olmaya başladı mı? Nasıl bir şey ki bu kimse kimseye sarılamıyor, dokunamıyor, öpemiyor… Hayatlarımız filmlerdeki insanların donuk hayatlarına dönüşürken bana en çok yardımı dokunan kitaplar ve kalemler oldu. Okudukça yazasım, yazdıkça okuyasım geliyordu ve bu açlığı karantina günlerim boyunca bol bol besledim. Fakat içimdeki şüphelerden hâlâ tam olarak kurtulabilmiş değilim. Ve benzer şüpheleri insanların gözlerinde, tüm insanların gözlerinde görebiliyordum. Her şeyin düzeleceğini söyleyen ülke yöneticileri, din adamları, siyasiler, film artistleri, sanatçılar ve daha niceleri… Hepsinin ömrü kelebek kadar kalmıştı. Umudu olduğunu söyleyen de söylemeyen de çaresizlik içindeydi. Ve ilk defa kendimi herkesle eşit hissettim. Çaresizlik o kadar yoğundu ki kimi kocaman evinde hapsolmuş bir cevap arıyordu, kimi küçücük karton kutuda neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu… Ama hepimizin derdi aynıydı, şimdi ne olacaktı?
Bundan öncesinde yaşadıklarım beni sürekli eksilmiş duygusuna itip bunu iliklerime kadar hissettirirdi. En sağduyulu ve insancıl yanlarım bile tehlike altında olurdu. Uzun süre kendime gelemezdim ve müthiş bir melankoliyle örtünür, her günümü gece ilan ederdim. Bırak umut etmeyi, yaralarımı sarmak yerine daha da inerdim derine. Hatta bu şekilde yaşamaya alıştığımı düşünüyordum, acıdan beslenip acıyla yaşıyordum. Daha boş, daha duygusuz ve nötr bir insan olmuştum derken Çin’deki virüs dünyaya yayıldı. Eksilmiş hissettiğim her ne varsa artarak tokat gibi indi yüzüme. Artık iliklerime kadar hissettiğim tek şey korkuydu. Ve bu yeni bir şeydi. Daha önce hiç böylesine korkmamıştım. En sağduyulu, en insancıl yanlarım ağır kış uykusundan uyanan bir ayı gibi kükredi. Herkesle konuşmak, herkese sarılmak, dokunmak ve yardım etmek için yırtınıyordum. Çünkü her şeyi kaybetsem bile sarılmanın hissiyatı hep benimle, hep bir kol mesafesindeydi ya, şimdi yapamıyor oluşum beni kendime öyle bir getirdi ki melankolinin ne olduğunu unuttum. Artık günümün ya da gecemin bir önemi kalmamıştı, hepsi güzel, hepsi özel ve değerliydi benim için. Herkes için! Ve umut etmek nefes aldığım süre boyunca hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Yaralarımın külden ibaret olduğunu da umut ettiğimde fark ettim zaten. Üflediğimde hepsi uçup gitti, hiçbir şeyin önemi kalmadı artık sevgiden başka, sevilmekten başka.
Dünya hepimize çok sert bir tokat attı. Elimizdekinin değerini kaybettiğimizde anlayacağımızı bildiği için bizi evlere doldurdu, umudumuzu korkuttu ve en kötüsü sevdiklerimizi de yordu. Bunu hak ettik mi bilmiyorum ama masum olan çoğu şeyin bunu yaşamaması gerektiğinden eminim. Yaşlı insanların daha tehlikeli nefes aldığı, yoğun bakımların dolup taştığı ve yeni doğum yapan bir annenin çocuğu için biriktirdiği endişelerine salgın bir virüsün daha eklendiği bu dünyada nasıl direnebilirim ki?
Sevgiyle! İçimizdeki saf ve temiz sevginin bağlarını bulan herkes birbirine attığı düğümlerle bugün ayakta kalabiliyor. Sevecek ve sevilecek bir şey her zaman bulabilmeliyiz bence. Çünkü sanılanın aksine sevgi güçsüzlüğü değil, güçlü olmayı gerektirir. Sevebilen bir insan zaten her zorluğa dayanabilecek, üstesinden gelebilecek güce sahiptir. Ben bu doğrultuda yola çıkarak huzuru buldum kollarımın arasında. Hayal etmekten vazgeçmedim. Gözlerimi kapadığımda çok güzel bir sahilde olduğumu, kumların ayak parmaklarımın arasında gezinirken yaşattığı hisle dolduğumu, denizin güneşle beraber anlaşıp tenimi kavurduğunu hayal ediyorum. Dalgaların birbirleriyle olan tatlı savaşını duyuyorum kulaklarımda. Sonra gökyüzündeki bulutlara inat uçurtma uçurduğumu düşlüyorum. Martıların sesi, rüzgârın fısıltısı… Hepsini seviyorum. Hepsi de beni sevsin istiyorum.
İçimden bir ses hepsine kavuşacağımız günün yakın olduğunu söylüyor. İçimdeki sese güvenmeyi seçiyorum. Biraz daha kitap okuyup, biraz daha yazarak doyuyorum. Ve inanıyorum. Yeniden kahve yudumlarken sigaramın dumanını paylaşacağım insanlarla, yeniden deliler gibi koşup yürüyebileceğim sokaklarda ve herkesin içinde özgür olmanın tadını yaşayacağım!
Ha, bir de tüm bu olup bitenlere katlanabilmemin en büyük sebeplerinden biri içimde büyüttüğüm sarmaşığım: Aşk! Sarmaşık gibi sarıyor tüm benliğimi. Büyüyor, uzuyor ve iyileştiriyor her şeyi. Acaba kelebekler de böyle sevdikleri için mi değerli zamanları?
Naz Özkan