Bu noktaya tam olarak nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.
Yirminci yaşıma bastığım gün olduğunu unutamıyorum tabii. İronik. Yirmi yaşındayken o kadar umutsuzluğu nasıl minicik vücuduma sığdırdım acaba.
Yirminci yaşımın üçüncü saatiydi. Aynı şarkı çalıyordu sürekli, değiştiremiyordum. Nasıl kalkıp merdivenlere geldiğim kısım hafızamda yer almıyor. Her kata çıkmak için 19 tane merdiven basamağı var. Üç saat önce sadece on dokuz yaşındaydım oysa. Muhtemelen bu kısımda belirli belirsiz gülmüşümdür.
Merdivenin korkuluklarından tutunarak çıkıyorum her basamağı. On dokuz basamak boyunca karşımda bir deniz var. “Dokunma anılarıma bırak düşüncelerimi. Yalvarma bana, sen benim bir parçamsın, aciz misin yoksa?” diyebiliyorum sadece. Birinci kata ulaştım artık. On dokuz basamak boyunca ağlayan sümüklü kız nefretle bakıyor bana. Tabureye kendisi çıkıyor. Özür dilemek istiyorum, fırsat vermiyor bana. İntikam alıyor kendince ve hiç unutamayacağım o gözlerim. Nereden nasıl beni inciteceğini tüm Denizler gibi o da çok iyi öğrenmiş. Ayağının altındaki tabureyi ağzımı açamadan itiyor. Korkuyorum, bakamıyorum kendimi asışıma. Sonuçta bu ilk intihar edişim olmasa da ilk cinayetim. İkinci kata doğru koşuyorum.
On dokuz basamağın yarısını içimdeki korkuyla ikişer ikişer çıkıyorum. Nefesimin bittiği yerde korkularım da bitiyor. Yine karşımda bir Deniz var. Elinde bir silah var, iyi kullanıyor, biliyorum. Her basamakta bir kurşun takıyor şarjöre. Susuyor, olacaklardan haberi var. İkinci kata geliyoruz. Silahı uzatıyor bana, dizlerimin önünde dizlerimin üzerine çöküyorum. Gözlerimle gözlerimin içine bakıyorum. İkimizde de pişmanlık yok, en çok bu huyumuzu seviyoruz. Gözlerimizi kırpmadan alnının ortasından vuruyorum, sendeliyor, arkaya doğru yığılıyor. Gözlerinden bir damla yaş akıyor sadece, kan gölcüğüne usulca damlıyor o da. Taktığı dokuz kurşunla ödüllendiriyorum onu. Silahını eline koyuyorum. Ellerime kendi kanım bulaşıyor.
Üçüncü kata yıllardır giydiğim terliklerimi sürüyerek çıkıyorum. Yine karşımda bir Deniz var. Her basamakta kahkahasının volümü biraz daha yükseliyor. Hemen tanıyorum yanımda saçlarıyla dans eden Denizi. Saçları beline her değdiğinde cilveleşiyor gülüşü. Kalan tüm Denizler gibi olacaklardan haberi var ama kahkaha atmakla meşgul gibi görünüyor. Onun da en çok bu hâlini severdim. Ne olursa olsun dans edip kahkaha atardı, kendini iyi tanırdı. Üçüncü kata ulaştığımızda işaret parmağını kaldırıp “Bana son dansım için bir dakika ver sadece.” demekle yetiniyor. Küçükken hep istediğimiz o bisiklete sahip olduğumuz andaki gibi gülüyor. Ellerini sağa sola uzattığı anları yaklaşık on dokuz dakika sonra unutacak olsam da fotoğrafını çekip anılarıma yerleştiriyorum. Selam veriyor kalan Denizlere, göğüslerinden çıkardığı ilaç şişesini kafasına dikiyor. Ünlü bir dansçı gibi kapaklanıyor yere. Can çekişine dans figürleri katmaya çalışırken bırakıyorum izlemeyi. Kalan vaktimde sadece gülüşlerini ve dans edişini hatırlamak istiyorum.
Dördüncü kata çıkmaya başladığımda işlediğim ve işleyeceğim cinayetlerin yükleriyle 39,5 kg olan bedenim ağırlaşıyor iyice. Yine karşımda bir deniz var. “N’oldu sıcak yatağında zırlıyordun, seri katil mi kesildin başımıza şimdi?” “Bağıramazsın bana kes sesini.” Küçük deniz kızı sinirleniyor mu ellerindeki kana bakmadan “Kes sesini. Hepinizin yüzünden oldu bunlar. Hiivv sizin suçunuz hivv.” sahip olamıyorum kendime, dördüncü kata üç basamak kala elindeki bıçağı kapıyorum korkar da üç basamaklık da olsa yaşamak ister diye düşündüm galiba. Leş gibi sigara kokan nefesiyle tüm öfkesini kusmaya hazırlanırken ilk darbeyi indiriyorum şah damarına. O anda fark ediyorum boynunda dövmesi var, acemice yapılmış, yüksek ihtimalle kendisi yapmıştır. Elmacık kemiklerine doğru yağan beyaz kar taneleri var irili ufaklı. Kalan üç basamağı da gözlerim boynundaki kar fırtınasına kilitli bir şekilde çıkıyoruz. Bıçağı etimden çektiğimde kan fışkırmaya başlıyor. Kırmızı kar yağıyor gökten. Caddenin ortasında Yunan heykelinin ağzından fışkıran su gibi yüzüme, üzerime geliyor kanım. Nefes alamıyorum kanımdan, elimdeki bıçağımla kaçıyorum.
5, 6, 7, 8…17, 18 hepsinden tek tek özür diliyorum. Hepimiz de biliyoruz ki bir şeyi yapıcam dediysek yaparız, geri dönüş yok. Hepsinin gözlerinde, gözlerimde aynı kabulleniş. Çatıya çıktığımda midemin bulantısını bastıramıyorum. İçimde kalan minik deniz parçalarını da kusuyorum.
Koyudur ten rengim. Karanlıkta çok görünmem, ondandır karanlığı sevmelerim. Görünmeyen bir sesim. Üzerimdeki her nokta kızıl artık. Kendi kanımla doldurduğum küvetten çıkmışım gibi. Bastığım her yere 35 numara işleniyor. İstemsizce köşeye ilerliyorum. Duvarın üzerine çıkıp oturuyorum. Ayaklarımı salıncağı yavaşlatır gibi boşluğun içinde sallıyorum. Saçlarımdan kendi kanım damlıyor boşluğun içine . Düşüşünü izliyorum. Tıp… Elimdeki bıçağı da boşluğa fırlatıyorum içime dolan tüm nefretle. Zihnimde tek ses yok. Güneş de doğmaya yemin etmiş. Karanlığımı yavaşça elimden alıyor. Rüzgârı hissediyorum. Kana bulanmış saçlarım ağzıma geliyor. Tutunduğum demirleri bırakıp saçlarımı çekmek istiyorum yüzümden. Nefret ederim saçlarımı yemekten. Nefret ediyorum kendi kanımdan, nefret ediyorum yalnızlığımdan, nefret ediyorum mecbur bırakılışımdan.
Omzumun üstünden arkama bakıyorum. Çatıda 17 tane intihar etmiş, aslında öldürüldüğüm Denizlerin ruhları var. Ama artık sesleri, düşünceleri yok. Onlar artık hayalet. Hepsinin tek bir adı var. DENİZ. Tek tek mezar taşlarına adlarını ve katlarını yazıp gömüyorum içimdeki kimsesizler mezarlığına.
Ruhlarım şad olsun…