Küçük bir kız çocuğu var karşı kaldırımda. Annesinin elini sıkıca tutmuş, bırakmaya da pek niyeti yok. Hava ne sıcak ne soğuk. Hafif bir esinti var, saçlarımı uçurmaya yetecek bir rüzgar. İnsanlar telaşlı, hayata yetişmeye çalışıyor. Oysa tüm bu telaşı onlar yaratıyor. Kaldırımlar insan seliyle sarsılıyor. Eziliyor, hırpalanıyor. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Bense o kız çocuğunu izliyorum. Gözlerimi ayırmadan izliyorum. Ürküyor çocuk. Bu hengamede annesinden uzak düşmek istemiyor çünkü, biliyor. Yeryüzünde elini tutup güvenle yürüyebileceği tek insan, annesi. Şeytanlarla dolu bu dünyada yalnızca ona güvenmesi gerektiğini biliyor. O yüzden kangren de olsa o eli tutmak istiyor.
İzlemeye devam ediyorum. Adımları kendinden emin. Annesiyle aynı anda aynı ayağını öne atmak için uğraşıyor. Bunu minik bir eğlenceye çeviriyor. Ardından yoruluyor. Belki de sıkılıyor. Bilmiyorum. Bilemiyorum. Asla bilemeyeceğim. Oysa küçük kız yıllar sonra pişman olacak. O anın kıymetini anladığında annesiyle aynı anda aynı adımları atmaya çalışmayı oyun zannedecek yaşlarını geçmiş olacak. Yürümeye devam ediyorlar. Yol üstündeki varlığını kanıtlamak için ışıklı tabelası olan ancak buna rağmen pek de dikkat çekmeyen pastaneye giriyorlar. Annesi ekmek almak için girdiği pastanede artık rutin haline gelmiş bir şeyi de unutmuyor. O pastanede kızının yerken kendinden geçtiği damla çikolatalı kurabiyeler var. Alıyor küçük kızın yüzünü güldürmek için. Ardından çıkıyorlar pastaneden. El ele değiller. Çocuk, kurabiyeleri yemekle meşgul. Annesi de telefon konuşması yapıyor. Öfkesi yüzüne yansımış kadın adımlarını farkında olmadan yavaşlatıyor. Siniri bacaklarını titretmekte ve yürüyecek dermanı kalmadığını fark edemiyor. Fark edemediği bir şey daha var. Çocuk yürüyor. Durmadan, sendelemeden yürüyor. İnsanların arasında gözden kayboluncaya dek yürüyor.
Annesi farkına vardığında her şey için çok geçti. Çünkü küçük kız o yollarda tek başına yürümeyi öğrenmişti ve yanında olmayan annesinin varlığına alışmıştı. Yetişmeye çalışıyor kadın. Yapamıyor. Geç kalmış. Yetişemiyor. Öfkesi ve bencilliği yüzünden sebep olduğu bu kargaşaya son vermek istiyor. Gücü yetmiyor. Kendi etrafında döndüğünü zannettiği dünya birden ayaklarının altından çekiliyor sanki. Yerçekimi yok oluyor o an. Kadının gözleri dolu dolu. Görebiliyorum. Ağlamamak için kendini sıkıyor. Çenesi titriyor. Ne acı.
Elleri boş. Kalbi kırık. Hissediyorum. Karşı kaldırımda ama onu yüreğimde hissediyorum. Anneyi değil, kız çocuğunu. Koca dünyada bir başına artık. Yapayalnız. O yolu beraber yürüyeceklerdi halbuki. Beraber aşacaklardı tüm zorlukları. Olmuyor. Olduramıyor.
İzlemeyi bırakıyorum. Karşı kaldırımda kim bilir kaç kız çocuğu daha bu yolları tek başına yürüyor. Kim bilir kaç yürek annesinin elini tutabilmek için yanıp tutuşuyor da yapamıyor. Kim bilir kaç el kurabiyelere kanıp hayatına devam ediyor. Kim bilir kaç anne evladına yetişemiyor.
Karşı kaldırım cehennemin bir yansıması sanki. Farkında değiller ve çürüyorlar. İçten içe bitiyorlar. Dedim ya, farkında değiller. Gözlerimi açıp kapıyorum. Kaldırım gitmiş. Ayna var karşımda. O an, kavrıyorum olanları. Karşı kaldırım, benim cehennemim. Gözlerimi her kapattığımda zamanda yolculuk yaparak izlemeye gidiyorum. Acı veriyor bana. Çok acıtıyor canımı. Aynamdan kurtulmak istiyorum o an. Kırabilirim tek bir yumruğumla. Fırlatabilirim yere. Parçalayabilirim tekmelerimle. Peki o tekmeleri kendime atabilir miyim? Kurtulabilir miyim kendimden? Sıyrılabilir miyim benliğimden?
Yapamıyorum. Cehennem sandığım şey aslında bir yanılgı. Kendi cehennemimi, ben yaratıyorum. Her defasında yaşlı gözlerimle karşı kaldırımı izliyorum. Anlamıyor insanlar. Anlamayacaklar. Karşı kaldırımın kalbimdeki yarasını anlamayacaklar. Pes ediyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlarken aynadaki beni izlemeye devam ediyorum. Belki beni sever diye umutla bekliyorum. Acınası bir haldeyim. Yansımama muhtacım. Yine de bekliyorum. Sevilmeyi bekliyorum. Hep de bekleyeceğim. Ondan başkası da beni sevmeyecek, biliyorum. Sevmeyecek. Kimse. Hiç kimse.