Bir şeyler yapmak, bir şeyler başarmak…
Hakan, odayı inleten alarmının sesiyle gözlerini açtı ve öfkeyle ayağa kalkarak alarmını kapattı. Neden öfkeliydi? Neye karşıydı bu öfke? Bir anlığına odasının ortasında sadece öylece durdu, durdu ve etrafına bakındı, “Neden?” diye sordu kendine. Çok haklı bir soruydu bu. Neden? Belki de her şeye başlamadan önce kendimize mutlaka bir kere sormamız gereken bir soruydu bu. Bunu neden yapıyorum? İhtiyacım olduğu için mi? Bana bir faydası olduğu için mi? Yoksa sadece yapmak zorunda hissettiğim için mi?
Herkesin yapacağı gibi, yavaş adımlarla banyoya doğru ilerledi ve musluğu açtı. Suyun akışını seyretmeye başladı, başını kaldırdı, aynada kendi suratına doğru baktı, karşısındaki şeyi görünce içi öfkeyle doldu, gözlerine doğru baktı, suratını ona doğru yaklaştırdı, parmağını ona doğrulttu ve haykırmaya başladı, “Hepsi senin suçun! Neden böyle bir varlıksın sen! Neden bu kadar zavallısın! Senden nefret ediyorum! Keşke seni bir daha asla görmesem!” ve tek yumrukla karşısındaki aynayı paramparça etti ama tatmin olmamıştı, arkasını döndü ve duvarı yumruklamaya devam etti, en sonunda yere çöktü ve dizlerini tutarak oturmaya başladı, başını tavana doğru kaldırdı, ellerindeki acı her saniye inanılmaz bir şekilde artıyordu fakat acı arttıkça o daha çok tatmin oluyordu. “Sen her şeyi hak ediyorsun.” diye mırıldandı kendi kendine, bunu birkaç kere tekrarladı, belki de biraz haklıydı, belki de gerçekten başına gelen her şeyin tek sorumlusu oydu, belki de gerçekten her şeyi hak ediyordu. Peki ya, yaşamayı? Yaşamayı hak ediyor muydu? Bilmiyordu, sadece bilmiyordu.
Dakikalarca yerde kaldıktan sonra ayağa kalkma vakti geldi de geçiyordu, musluğa doğru yöneldi ve cam kırıklarına dikkat ederek sakince elini yıkadı, ellerindeki kanın lavaboyu boyamasını zevkle seyretti. Yanındaki dolaptan çıkardığı bir bez parçasıyla elini sardı ve banyodan çıktı, eline telefonunu aldı ve mesajlarını kontrol etmeye başladı, tek bir mesaj yoktu. En yakın arkadaşına yazmak istedi, basit bir şekilde “Günaydın.” yazdı. En yakın arkadaşıydı fakat belki de yıllardır hayalini kuruyordu, neyden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsunuz. Yıllardır bunun için elinden gelen her şeyi yapmıştı fakat ne mi oldu? Bu hayatta asla hak edenler kazanmaz, bu hayatta oyunu doğru oynayanlar değil, daha iyi oynayanlar kazanır. Daha dün akşam öğrenmişti, haftaya gerçekleşecek bir düğüne katılacağını.
Üstünü değiştirdi ve bir şeyler atıştırdıktan sonra işe gitmek için yola çıktı, aslında şu ana kadar klasik rutinini gerçekleştirmek dışında ekstra bir şey yapmamıştı tabii banyoyu saymazsak. Bankaya vardı ve arabasını bir kenara çekip doğruca işinin başına geçti. Her zamanki gibi telefonları çalmaya başladı, her zamanki gibi birileri ona emirler yağdırıyordu, “Şu hesabıma beş milyon aktarmak istiyorum, bu hesabıma üç yüz bin atacaksın, şu hesabımdaki dokuz milyonun faizini ne zaman çekebilirim?”
Her gün milyonlarca liralık paralarla oynayan bu adamın, ay sonunu getirmek için ekstra iş araması kadar adaletliydi hayat. Her gün başkalarının yaşadığı o lüks hayatı devam ettirmelerine yardımcı olmaktı onun işi. Herkesi daha zengin yapabiliyordu, tek bir insan hariç… Hayat ironilerle doluydu fakat Hakan’ın hayatı gerçek bir komedi gibiydi.
Akşam eve gittiğinde koltuğuna oturdu ve düşünmeye başladı, sahi tüm bunlara değer miydi? Yaşamak, tüm bunlara değer miydi? Her gün iş yerine gittiğinde hayatın boyunca onlardan birisi olmak istediğin insanlara hizmet etmek, yıllarını harcadığın bir insanın sadece birkaç hafta içerisinde birisiyle evlenecek duruma gelmiş olması. Sahi tüm bunları görmeye değer miydi? Yaşamaya devam etse bu saatten sonra en fazla neyi başarabilirdi ki sanki? Daha çok acı ve daha çok başarısızlık dışında hayat ona ne gösterecekti ki? Yalnız mutlu olamaz mıydı? Rutinini devam ettirerek mutlu olamaz mıydı…
İntikam. Hakan’ın içi bir anda bununla dolmuştu, intikam. Hayattan intikam almak. Artık bu oyunu kuralına göre oynamak istemiyordu, sadece daha iyi oynamak istiyordu, bir kere de olsa kazanacaktı.
Bulabileceği en şık takımlardan birisini satın aldı ve düğüne doğru yola koyuldu. Salona vardığında gelin ve damat daha gelmemişti, boş bulduğu bir masaya oturdu ve sakince beklemeye başladı. Hayatı boyunca bu kadar soğukkanlı olduğunu hiç hatırlamıyordu, en azından dışarıdan öyle görünüyordu fakat içinde âdeta depremler oluyordu. Bir anda salonun ışıkları söndü, işte vakit gelmişti, gösteri başlamak üzereydi. Gelin ve damat el ele tutuşarak yavaş adımlarla salonda yürümeye başladılar, bütün gözler onları takip ediyordu, bir anlığına gelin ve Hakan göz göze geldiler, birbirlerine yavaşça gülümsediler, Hakan ayağa kalktı ve onlara doğru yaklaştı. Geline doğru yaklaştı ve ona sıkıca sarıldı. Bir ses… Salonu inleten bir sesin ardından gelin yere yığıldı, damat hızla Hakan’a doğru saldırdı ancak Hakan, tek atışta salonu damadın beyniyle süsledi. Herkes bir anda bağrışmaya ve sağa sola doğru koşmaya başladı, Hakan’ın yüzünde ufak ama çok tatminkâr bir gülümseme belirmişti. Gelinin yanına doğru uzandı, gelin daha ölmemişti, gözleriyle Hakan’ın suratına doğru bakıyordu, Hakan da aynı şekilde karşılık vermişti. Gelinin ağzından sadece tek bir kelime çıkmıştı, “Neden?”
Hakan ona gülümseyerek karşılık verdi, gelinin gözleri artık tamamen kapanmıştı, Hakan kendini gelinin cesedine doğru yaklaştırdı ve ona sarılarak kendi kafasında bir delik açtı.
Sonraki sabah gazetelerin ilk sayfaları iki önemli haber için ayrılmıştı, birisi “Kanlı Balo” diğeri ise “Yolsuz Milyonerler.”. Anlaşılan gizemli bir banka çalışanı bütün yolsuzlukları ortaya dökecek bir grup belgeyi deşifre etmişti. Diğer tarafta ise Hakan adında bir katil iki mutlu insanın hayatına son vermişti. Hakan bir katildi, gizemli adam ise bir kahramandı. Hayat ironikti ama Hakan’ınki tam bir komediydi.
Abonelik
2 Yorumlar
Eskiler