Kadının Aile İçi Ve Toplumsal Dengedeki Rolü Hakkında
GİRİŞ
Kadının aile içindeki ve sosyal yapıdaki rolünün gün geçtikçe arttığını ve önem kazandığını görmekteyiz. Aslında bu durumun bizim için bir övünç veya sevinç kaynağı olmaması gerekmektedir çünkü kadının her daim sosyal çevrede ve ailede etkin bir rolü olması kaçınılmazdır. Maalesef eski dönemlerde ve hala daha devam eden kadının hor görülmesi ve statü olarak birçok konuda erkeklerden daha zayıf olarak nitelendirilmesi hem ahlaki açıdan hem de İslam dininin bize öğütlediği biçime uymamaktadır. Kadın, bizim için ailede ve sosyal yapıda her zaman aktif olmalıdır. Bu durum bize zarardan çok yarar sağlar. Çocuklarımızı eğiten, evimize düzen getiren hatta şu an bizim bu durumda olmamızı sağlayan birey annemizdir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Türkiye gibi bir ülkede babanın eve bakmakla yükümlü, annenin ise çocuklarla ve ev ile ilgilenmesi gerçeğini göz ardı etmezsek bir çocuğun babasından çok annesiyle zaman geçirdiğini ve onun karakterinde annenin etkisinin ne kadar fazla olduğunu görürüz. Bu durum bize toplumsal yapıdaki kadının rolünün ne kadar önemli olduğu ve bu rolde dengesizlikler oluşmaya başladığında toplumsal yapının ne denli aksayabileceği yönünde ancak ufak bir fikir verebilir.
KADININ AİLE İÇİNDEKİ VE TOPLUMDAKİ ROLÜ
Geleneksel değerlerin aktarılması sırasında toplumsal cinsiyet kalıpları da aktarılmaktadır. Bu kalıplar ile tek tipleştirme gerçekleştirilmektedir. Kadın ve erkek toplumun istediği gibi birer kadın ve erkek olmaktadır. Toplumsallaşmayı sağlayan en önemli öğeler oyunlar ve oyuncaklardır. Kız çocukları bebek, mutfak eşyaları gibi oyuncaklar ile ev işlerine ısındırılmaktadır. Bunun yanı sıra erkek çocukları da güçlü, yenilmez, zapt edilemez bir profil ile silah, araba, uçak gibi oyuncaklarla oynamaktadır. İşte bu durum bireyin gelişiminde ilk günden beri kaynaklanan dengesizliğin örneklerinin en başında gelmektedir. Böylece çocukluktan gelen dayatmalarla büyüyen bireylerde oluşan algı ev ile ilgili alınacak kararlarda, ev içi işler konusunda kadınlar, satın alma ve dışarı ile ilişkileri belirleyen konularda ise erkekler söz sahibidir. Kadınların statüsü erkeklere göre daha düşük bir konumda yer almaktadır ve toplumda oynadıkları roller önemli görülmemektedir (Eken, 2006: 252). Kadınlar ev içerisinde babanın veya erkek kardeşin egemenliğinden kurtulmak için evlenmek istemektedirler. Evlendikleri zaman toplumda daha saygın bir statü kazanacaklarını düşünmektedirler. Kadınlar evlendikten sonra, evli kadın statüsüne sahip olduğundan evli bir kadından beklenen davranış kalıbının içine girmeye başlayacaktır. Sonu gelmeyen bir döngü gibi bir statüden çıkarak başka bir statünün içine girmektedirler. Bununla da kalmayıp anne olduklarında da ayrı bir statünün içine konulacaklardır. Bu durumda işlerinden vazgeçmeleri kariyerlerini yok saymaları istenecektir. Çocuk yetiştirmek ne kadar zor bir görev olsa da bu görevi tamamen anneye yükleyip babanın sadece işe gidip ailenin geçimini sağlamasını beklemek kesinlikle doğru ve savunulabilir bir şey değildir. Erkek her zaman eşiyle paylaşımcı olmalıdır, onun tek görevi evine ekmek getirmekle tabir edilemez. Erkek ailesi ve eşiyle sorumlukları ve özel alandaki işleri de paylaşmalıdır yoksa aile içi dengesizlikler başlayabilir ve bu durum hem çocuk gelişiminde olumsuz etkilere hem eşler arası bağların zedelenmesine yol açabilir. Dengesizliğin başlangıcı ve devamı bize sonrasında olacaklar hakkında da fikirler vermektedir. Bu durum toplumda artık bir alışkanlık durumu olmuş ve kalıplaşmış bir fikir niteliğindedir. Kadının rolü sadece eşine ve çocuklarına bakmak ya da ev işleriyle ilgili olmaktan daha öte bir durumdur. Bir kadının rolü sadece anne veya eş olmak değildir; kadın, kendi başına bir bireydir. İş hayatında, aile hayatında, sosyal hayatta anne veya eş olarak değerlendirilen kadının psikolojik olarak baskılanması durumu söz konusudur. Bu psikolojik durum az önce de bahsettiğimiz gibi çocuk yetiştirmekten ev içi düzene, sosyal yaşantıdan iş hayatına kadar kadını olumsuz etkilemekte ve yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu sorunu çözmek için eşitliği sağlamalı, geleneksel normların dayattığı toplumsal rol ayrımından vazgeçmeliyiz. Bunu da ancak çocukluktan başlayan sosyalleşme sürecinde, kurumsal yapılarımızdaki eşitlikçi değişimlerle (eğitim, siyaset veya iş yaşamı vb.) ve özellikle özel alan olarak tabir edilen ev içinde, rolleri dağıtarak yani ”yardım ederek” değil, paylaşarak yapabiliriz. İş yaşamını incelememiz gerekirse de kadının iş yaşamına girişi ”beyaz yakalı” diye tabir edilen ofis çalışanı olarak günümüzde devam etmektedir. Ne kadar sanayi, ticaret veya işçi statüsünde çalışan kadınlar olsa da genel olarak çoğu kadın beyaz yakalıdır. Ama bu durum kadının statüsünün yüksek olduğunu göstermez. Kadın her zaman olduğu gibi bu statüde de aktif değil pasif görevde olmasından tutun erkeklerle aynı işi yaptığı halde düşük maaşı almasına, mobbing uygulanmasına, işten çıkarılmalarda ilk tercih edilen çalışanlar olmasına kadar birçok baskıya ve adaletsizliğe maruz kalır. Bu baskı çalışma yaşantısının içinde olan kadınlarımızın her türlü aktivitesinin ve ruhsal durumunun kötü şekilde biçimlenmesine rol açar. Baskı altındaki birey rahat ve özgürce çalışamaz, üretemez ve özgün olamaz ama baktığımızda aile içindeki rolünde bizleri yetiştiren bireyin anne olduğunu düşündüğümüzde kadınların ne kadar özgün ve yaratıcı olduğunu görürüz. Çünkü her kadın çocuğuna en iyi şekilde eğitim verir, karakterinin oluşmasında yardımcı olur ve o bireyleri topluma kazandırmada çok önemli bir rol oynar. Bu olaya bakıldığında çocuğunun ihtiyacını görüp onu yönlendiren kadınlarımızın, annelerimizin iş hayatında özgünlük ve üretkenlikten uzak olması kesinlikle kabullenemez bir durum olmaktadır. Kadının üretim gücünün farkına varılmalı ve bu konuda gerekli adımlar hemen atılmalıdır. TÜİK Kasım 2017 temel işgücü gösterileri veri tabanına göre ülkede işgücü olarak nitelendirilen nüfus 31 milyon 790 bin; bu sayının 10 milyon 287 binini kadınlar ve 21 milyon 503 binini erkekler oluşturuyor. Bu sayıları oransal olarak değerlendirdiğimizde büyük bir eşitsizlik gözümüze çarpıyor; çünkü 15 yaşının üzerindeki toplam nüfus içerisinde istihdam oranı erkeklerde %65,8 olmasına rağmen kadınlarda bu oran %29,3 seviyesinde kalıyor ve kadınların işsizlik oranının da erkeklerinkinden daha fazla olduğunu bir kere daha gözler önüne sermiş oluyor. Erkeklerde işsizlik oranı %8,8 iken kadınlarda bu oran %13,7’lere kadar çıkmış durumda. Bunun yanı sıra 2014 yılındaki cinsiyet eşitliği istatistikleri incelendiğinde G-20 üyesi ülkeler arasında 15-64 yaş arasındaki kadın istihdam oranı en düşük ülkenin Suudi Arabistan’dan sonra %28 oranıyla Türkiye olduğu görülmektedir (Organisation for Economic Cooperation and Development-OECD, 2014, s.4). Türkiye’deki 15 yaş ve üstü bireylerin işgücüne katılım oranı incelendiğinde, kadınların işgücüne katılımda sadece %30 oranında temsil gücü olduğu gözlenmektedir (OECD, 2014, s.4). 2015 yılında farklı ülkelerdeki cinsiyet eşitliğinin değerlendirildiği verilere göre Türkiye, 145 ülke içinde 130. sırada yer almaktadır (World Economic Forum, 2015, s.16). Bu rakamlar geçmişe göre yükselmiş olsa da bize daha yapılacak çok işin olduğunu gösteriyor. Dediğimiz gibi kadının aktif ve etkin olmadığı bir rol kesinlikle düşünülmemeli ve aktif olması için hem sivil toplum kuruluşları hem özel sektördeki şirket ve kurumlar, en önemlisi de devlet ve hükümet olarak kadın desteklenmelidir.
SONUÇ
Bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda kadının aile içi rolünün sağlamlaştırılması ve toplumsal yapıdaki dengenin sağlanması için her birey kendi içinde düşünmeli ve ailesindeki, iş hayatındaki, sosyal yaşantısındaki kadına karşı saygısını korumalı; onu bir kalıbın ya da statünün içine koymadan bir birey olarak değerlendirmelidir. Saygısını yitirmemeli, onun da kendisi gibi biri olduğunu kabullenip ona göre davranmalıdır. Bu durum ne kadar önümüzdeki yıllarda çözüme kavuşacak gibi dursa da erkek ve kadın bireylerin bilinçlenmesi hatta gerekli zamanlarda profesyonel olarak psikolojik yardımlar alması gerekmektedir. Yoksa kadına yapılan baskının ne kadar yüksek düzeyde olduğunu anlamak mümkün olmayacaktır. Erkek bireyler bu konuda kadın-kadın ilişkilerinden daha çok erkek-kadın ilişkilerindeki problemlere odaklanmalı ve psikolojik baskı ve şiddetten kesinlikle vazgeçmelidir. Kadınları anlamalı, onların birer birey olduğunu kabullenmeli ve ona göre kendi davranış biçimlerine şekil vermelidirler. Kadınlar hepimizin hayatında önemli bir alanı kaplarlar, onlara ne kadar saygı ve sevgi gösterirsek emin olmalıyız ki onlar bize katbekat daha fazlasını göstereceklerdir. Erkek olarak kurtarıcı ya da koruyucu rolden çıkıp paylaşımcı ve yapıcı rollere bürünmemiz gerekmektedir. Bunları yaptığımızda toplumumuzda daha iyi bir yaşam ve kalite seviyesinin arttığını hepimiz mutlaka göreceğiz.