-Ooo… Kimleri görüyoruz?
-Aa! Hoş geldiniz. Dünya ne kadar da küçük gerçekten. Nasılsın? Hayırdır hangi rüzgâr attı seni buralara?
-İyiyim, iyiyim de sen ne zamandır böylesin? Çok değişmişsin. Zamanın “ayaklı kötülük” lakaplısıydın sen.
-Ah, evet. O zamanlar kalbim kararmıştı, etrafımı da aynı şekilde görüyordum. Zamanla oluyor ne oluyorsa. Ben baştan anlatayım size.
Üniversite için İstanbul’a geldim. İlk haftalar sınıftakiler yavaş yavaş açılıyor. Ben de liseden kalma huylarımla okuluma devam ediyorum. Kimseyi istemiyorum etrafımda. Ne kadar az insan tanırsam o kadar iyidir, düşüncesi var beynimde. Az insan, çok huzur, diyorum kendi kendime. Kim olursa olsun ters yapıyor, yüzüne bile bakmıyordum. Beni gören kişi hâline şükrediyordu. Kara bulutlarımın üzerinde olduğu sıradan bir gündü. Yanıma Semih oturdu merhaba diyerek. Duymamış gibi yapıp işime devam etmiştim o sıra. Gün içerisinde hiç konuşmadık. Ders aralarında ne o ne de ben dışarı çıkıyorduk. Sadece oturup sıradaki dersi bekliyorduk. Günler haftalara dönüştü. Semih bu süreç içerisinde ara ara bana iyilik yapıyor. Benden karşılık beklese de kalbim onu görmüyordu bile. Minnet hissetmiyor, mahcubiyet dahi duymuyordu ruhum. O durmadan iyilik yapmaya, iyi davranmaya devam etti. Onun sayesinde olacak ki kalbimdeki iyilik kırıntıları çoğalmaya başladı. Toplu taşımadayken biniş kartının bakiyesi bitmiş bir kişiye yardım etme zorunluluğu hissettim çünkü herkes beni izliyor zannetmiştim. Kendimi, bu bir zorunlu olma hissiyatıydı, diyerek avuttum. Kendimi kötülüğün dikenli bahçelerinden, iyiliğin kuş tüyü yatağına bırakmak istemiyordum. Ne buluyordum ki kötülükte? İçimdekileri hissetmiş olacak ki ilerleyen günlerde oyun olduğunu sonradan öğrendiğim bir şey yaptı Semih. Ders materyallerinden bir tanesini benim olduğum yere doğru attı. Asla anlamamıştım planlı olduğunu. İçimde bulunan zorunlu iyilik duygusu yine ortaya çıktı. Gözüm, görmedim zaten, dese de elim gidiyordu ayakkabımın kenarına. Elimin kontrolünü sağlayamıyordum. Aldım ve Semih’e teslim ettim. Teşekkür ederim, cümlesine de rica ederim diyerek karşılık verdim. Ne?! Neler oluyor? Artık kontrol bende değildi. “İyilik bulaşıcıdır.” kuralını kendine öyle kabullendirmiş ki Semih, beni projesi olarak görüyordu. Başarmıştı aslında, planı gayet güzel ilerliyordu. Artık iyiliğin mıknatıslarına tutulmuş demir bir bilyeydim.
Şu an burada beraberiz. İyi ki de beraberiz diyorum kendime. İçim sonsuz huzur ve rahatlıkla dolu. Geçmişimden asla tiksinmiyorum da. Nasıl bir insan olmamalıyız sorusuna en iyi cevabı ben veriyorum şimdi.