Bütün varlıkları her yandan kavrayan sonsuz boşluğa uzay denir.
Çok eski çağlardan beri insanların ilgisini çekmiş, bir sonu olup olmadığı, nerelere kadar uzandığı uzun yıllarca bilginleri uğraştırmıştır. Hâlen de insanın en büyük meşgalelerinden birini teşkil etmekte.
Uzayın bir sonu var mı, yaşanılabilir başka gezegenler var mı, bizden başka akıllı yaşam var mı vb. sorular nicedir merak edilen ve son zamanlarda cevaplanması için uğraşılan sorulardır.
Neden uzaya gitmeliyiz ki? Bunca çabayı ve parayı birkaç aytaşı parçası için harcamaya ne gerek var. Tüm bunları dünyada kullanmak için daha iyi nedenlerimiz yok mu?
Peki insanoğlunun elinde tüm imkânları sunan bir dünya varken neden başka gezegenler arıyoruz?
İnsan Nüfusu
İnsan nüfusu hızla artıyor.
Genel olarak insanlık tarihi boyunca dünya nüfusu artmıştır. Artış oranı başlangıçta yavaş iken son birkaç asırda katlanarak artmıştır.
Peki bu ne gibi sorunlara yol açar?
Önümüzdeki 40 yıl içinde dünya nüfusuna iki milyar insanın daha ekleneceğini düşünün, yiyecek, su ve barınağa ihtiyacı olan, iklim değişikliği nedeniyle bu ihtiyaçları daha da acil hâle gelmiş iki milyar insan.
Eğer hemen önlem alınmazsa elimizdeki imkânlar ihtiyaçları karşılayamayacağı için dünyada milyarlarca insan susuzluk, açlık ve kötü yaşam koşullarının yanı sıra kuraklık, yiyecek kıtlığı, kentlerdeki sefalet, göçler ve hızla tükenen doğal kaynaklar nedeniyle çıkan çatışmalarla karşı karşıya kalacaktır.
Küresel Isınma
Sanayi devriminden beri, özellikle fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma ve sanayi süreçleri gibi çeşitli insan etkinlikleri ile atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimlerindeki hızlı artışa bağlı olarak, şehirleşmenin de katkısıyla doğal sera etkisinin kuvvetlenmesi sonucunda dünyamız hızla ısınıyor.
Buzullar eriyor, bazı hayvan türleri yok olmakla karşı karşıya kalıyor, ekolojik denge giderek bozuluyor.
Ülkemizde de etkilerini görüyoruz. Bu yıl bir yanda yangınlar ve yüksek sıcaklıklar gündemdeyken diğer yanda sel, heyelan gibi karşıt durumlarla karşı karşıya geldik.
Marmara denizinin artan sıcaklıklar sonucu müsilajla kaplanması, yok olmaya yakın Marmara denizi canlılığı… Sonuçları saymakla bitmez.
Hava, çevre kirliliği sonucu artan hastalıklar, tahrip olan doğa, asit yağmurları….
Bunlar gibi daha nice sorun sonucu dünya yavaşça yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkıyor.
Bu sorulara verilebilecek en aşikâr yanıtlardan bir diğeri de uzayın orada, etrafımızda olmasıdır. Dünyayı terk etmemek ıssız bir adada mahsur kalmış insanların kaçmaya çalışmaması olacaktır. İnsanların nerede yaşayabileceğini bulmak ve nicedir süregelen merakımızı gidermek için Güneş Sistemi’ni keşfetmemiz gerekiyor.
Bu durum insan ırkının geleceğini bütünüyle değiştirecek ve belki de bir geleceğe sahip olup olmayacağımızı belirleyecektir.
Uzaya yayılmamız dünya üzerindeki ivedi problemlerimizi belki çözmeyecektir ancak söz konusu problemlere yeni bir perspektiften bakmamızı sağlayacak ve bunlara içeriden değil, daha ziyade dışarıdan bakmamıza neden olacaktır.
Bununla birlikte paramızı, iklim değişikliği ve çevre kirliliği gibi bu gezegene ait problemleri çözmek için kullanmanın, bu parayı muhtemelen sonuç vermeyecek yeni bir gezegen arayışında israf etmekten daha iyi olacağını düşünenler olacaktır. Bunların önemini inkar etmiyorum. Ancak tüm bunları yapıp yine de uzay için bütçe ayırabiliriz. Geleceğimiz sizce de bu kadarına değmez mi?
Dünya bizim için oldukça küçük bir yer hâline geliyor. Maddi kaynaklarımız alarm veren bir hızla tükeniyor, gezegenimize iklim değişikliği gibi feci bir hediye sunmuş durumdayız. Yükselen sıcaklıklar, kutuplardaki buz tabakasının azalması, ormanların yok olması, aşırı nüfus yoğunluğu, hastalıklar, savaşlar, kıtlık, su kaynaklarımızın yetersizliği ve hayvan türlerinin büyük bir kısmının yok olması… Tüm bunlar çözülebilir problemler olmasına rağmen henüz bir çözüm oluşturulmuş değil.
Küresel ısınma hepimizin kaynaklık ettiği bir problem. Otomobillere sahip olmak, seyahat etmek ve daha iyi bir yaşam standardına erişmek istiyoruz Sorun şu ki insanlar ne olup bittiğini anlayana kadar her şey için çok geç olabilir. Bunu yapmak için gerekli teknolojiye sahibiz, tek ihtiyacımız olan politik irade.
Öyle ya da böyle nükleer bir savaşın ya da çevresel bir felaketin dünyayı önümüzdeki 1000 yıl içerisinde -ki bu süre jeolojik açıdan düşündüğümüzde göz açıp kapayıncaya kadardır- sakat bırakmasının neredeyse kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
“İstikbal göklerdedir.” sözüyle havacılığa verdiği önemi perçinleyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkkuşu’nun açılışı dolayısıyla hava alanında yaptığı tarihî konuşmanın bir bölümünde şöyle söylemiştir:
“Türk çocuğu, her işte olduğu gibi, havacılıkta da en yüksek düzeyde gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek Türk ulusu mutlu olacaktır.”
Atatürk sanki bu günleri görüyordu ve hissediyordu.
Atatürk bu sözünde haklı çıktı. Günümüzde havacılık ve uzayın geldiği nokta göz önünde bulundurulduğunda bu söz inanılmaz bir ileri görüşlülük.
Tesla ve Space X’in sahibi Elon Musk “İstiklal göklerdedir.” ve “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin.” sözlerini ilke edinmiş ve bunun sonucunda dünyanın ileri gelen uzay araştırmaları yapan sayılı insanlardan biri olmuştur.
Biz Türkler maalesef uzay konusunda başarılı olamadık. Umarım en kısa zamanda atamızın sözlerini ilke edinir ve bu konuda önemli gelişmelere adım atarız.