İrtica ile mücadele insanlık görevidir. Türkiye’de yaşayan bireyler için bu görev daha önemli bir hal almış durumda.
İrtica, gericilik demektir. Gerici olana ise mürteci denir. Gericilik, mevcut uygarlık düzeyinden geri gitmeyi istemek, bunun için çalışmak demektir. Yüksek uygarlık düzeyi, insana çevresiyle, diğer insanlarla ve kendisiyle uyum içinde yaşamayı öğretir. Gericiler için yüksek uygarlık düzeyi tehlikelidir. Bunu anlamak için gerici tiplerini bilmemiz gerekir. Üç tip gerici vardır:
- Basit Gerici: Bu tür, aptallardan oluşur. Değişimden korkar ve yenilikleri öğrenmek istemezler. Samimi gericidirler. Aptal oldukları için dünya ve toplum için büyük bir tehlike arz etmezler ama Kubilay’ın 23 Aralık 1930’da başını kesen yobazlar bu tip gericilere örnektir ve bu olayı meydana getiren gericiler, kalabalıklar halinde ne kadar tehlikeli olabileceklerini göstermişlerdir.
- Çıkarcı Gerici: Toplum için tehlike arz edenler tiplerdir. Gericilikleri samimi değildir ve bundan kişisel çıkar ümit ederler. İnsanları belli inanç saplantıları altında kontrol ederek onların inançlarından kendine kazanç elde etmeye çalışırlar. VI. Alexander bu tip gericilerdendir. Papa olduğu sırada bir taraftan pazar günleri halka din satarken, diğer taraftan seks alemlerindedir. Hatta kendi kızı Lucretia’ya da defalarca tacizde bulunmuştur. Diğer örnek ise Rusya’da Çar 2. Nikolay’a bela olan Rasputin’dir. Çıkarcı gericilerin tehlikeleri bireysel olduğu gibi, etkileri de bireysel güçlerinin ulaşabileceği yere kadardır.
- Satılmış Gerici: En tehlikeli gerici tipidir. Kendisini uygun gördüğü bir kişi veya gruba satarak onun adına gerici fikirlerini yayıp uygulamalarını yapan kişidir. Kendilerini güçlü gruplara satan gericiler içinde bulundukları toplum için çok büyük bir tehlike arz edebilirler. Atatürk ve arkadaşlarını eşkıya ilan edip idamlarına fetva çıkaran Şeyhülislam Dürrüzade aynı sınıftan gericiler arasındadır.
Yozlaşan Demokrasilerde İrtica ile Mücadele Yöntemi
Bir demokrasiyi yozlaştırmanın en kolay yolu, toplumun not verme becerisini ortadan kaldırmaktır. Toplumlar vazgeçemeyeceği şeylerin ne kadar temin edilip edilmediğine göre not verir ve yöneticileri değiştirir. Toplumların vazgeçemeyeceği en önemli şey yaşama hakkıdır. Toplumun elinden yaşama hakkını almaya kalkan yönetimler yaşayamaz. Toplumların vazgeçemeyeceği diğer bir şey ise kaliteli yaşama hakkıdır. Tarih, toplumların elinden kaliteli yaşama hakkını almalarına rağmen yönetimlerini çok uzun süreler devam ettiren yöneticiler ile doludur.
Toplumun yaşam kalitesini düşürdükleri halde yönetimde kalan yöneticilerin başarısının sırrı, halkın yaşam kavramını değiştirebilmiş olmalarıdır. Toplum için önemli olan; sağlıklı beslenebilmek, rahat ve güvenli bir evde yaşamak ve toplum sınırları içinde istediğini yapabilmektir. Birisi çıkıp da toplumun bireylerinin bu yaşadıkları hayatın aslında geçici olduğuna, asıl yaşamın ölümden sonra veya gelecekte olduğuna, bu yaşamda kaliteli yaşam eksikliklerinin, yapacakları fedakarlıkların bir başka yaşamda kendilerine misliyle geri verileceğine inandırabilirse toplum bireylerinin büyük bir çoğunluğu bu temel özgürlüklerinden seve seve vazgeçer. Toplum kaybederken onu ikna edebilenler kazanır ve her kazandığında topluma, bu kazancın aslında ortak olduğu yalanını söyler.
Bu gibi durumlarda, toplumlar kendilerini aldatan yöneticileri art arda seçmeye, hatta seçme haklarından tamamen vazgeçmeye bile hazır hale gelir. Ortaçağ’da Avrupa buna en büyük örnektir. Bu dönemde halkı sömüren din adamları lüks içinde yaşıyorlardı. Halk ise sefalet içinde. Buna rağmen halk, din adamlarına karşı gelen insanları avlamaya hazırdı. Sonunda 14. yüzyılda veba, Avrupa nüfusunun yarısını ortadan kaldırınca insanların aklı başına geldi. Kendisine satılan dinin koca bir yalan olduğunu anladı. Rönesans’ın Hristiyanlık’a darbesi, din ile çöken Roma’dan sonra ilk kez Avrupa’nın üstünlüğünün başlangıcı oldu.
Zamanımızda ise irtica ile mücadele ailede başlar, okul ve toplumda devam eder. Gerici bir ailede doğan çocuk, hayatın ilk tokadını yer. Canlıların biyolojik evrim yoluyla geliştiğini değil, yaratılış yoluyla ortaya çıktıklarını iddia eden bir eğitim alan çocuk bir kez daha tokat yer. Bugün hiçbir aklı başında bilim projesinde yaratıcılık temel alınmaz. Yaratıcılık tezini okullarda öğreten, televizyon yoluyla yaymaya çalışanlar, toplumu Ortaçağ Avrupası’na mahkum etmek isteyenlerle aynı düşünce yapısında gericilerdir. Bir ülkede Milli Eğitim Bakanı “Darwin Marksistlerin, akıllı tasarım ise inananların. Onun için yaratılışı okullarda öğretiyoruz.” diyorsa o toplum çökmeye mahkumdur.
Böyle bir toplumda yaşayan bireyin gericilikle mücadele etmesinin yolu, serbest ve eleştirel düşünmeyi öğrenmesinden geçer. “Bu tartışılamaz.” denilen hiçbir şeyin, karşısına konulmasını kabul etmemelidir. Sorgulamayı temel ilke haline getiren toplumlar için ilerlemek kaçınılmazdır.
“Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.”
Bundan 112 yıl önce İstanbul’da, sarayda yaşayan gericileri iliklerine kadar titreten “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.” sloganıyla irtica ile mücadele edenlerin kahraman duruşlarını unutmamalıyız.