Tüm hazırlıkların başlaması için organizatörle olan görüşmem bitmişti. Yıllarımı verdiğim bu koleksiyonun sergisi için çok heyecanlıydım. Bu sergi sayesinde birçok kişi için yepyeni kapılar açılabilirdi. Herhangi bir aksaklık olmamasını temenni ediyordum. Bir haftalık süre içerisinde her işlemi en hassas şekilde kontrol ettim. Hem şahsi kariyerim hem de şirketim açısından önemli bir yere sahipti bu sergi. Davetiyeler, mekân konsepti, masalar ve ışık gösterileri… Her biri özenle seçilmişti. Her bir köşeyi görecek şekilde kameralar da yerleştirilmişti. Tek ekranda programın gerçekleşeceği tüm mekânı rahatlıkla izleyebiliyorduk.
Program gününe iki gün kala tüm eksiklikler tamamlanmıştı. Organize işlerini gerçekleştiren şirket gayet titiz ve hızlıydı. Çokça müteşekkirdim. Bu kadar işin bir aksilik olmadan hallolması çoktan bir tedirginlik uyandırmıştı bende. Kötü düşünmemeye, kendimi rahatlatmaya odaklanmıştım. Mekânı ilk defa gören kişilerin tepkisi görmeye değerdi. “Gerçekten hayatımda yapabileceğim en üst düzey çalışma.” diye düşündüm.
Belirlenen başlangıç zamanına saatler kalmıştı. Heyecanım zamanı yavaşlatmaya yetiyordu. Bir süre sonra “Bugün bitse de kurtulsam.” dedim kendime. Nasıl olacak acaba fikri, anlaşma yapıldığı andan beri beynimi terk etmiyordu. Ne uykularım yetiyordu o fikrin karşısında durmaya ne de içkilerim.
Program harika ilerliyordu. Tüm misafirler koleksiyonumun parçalarını dikkatlice izliyor, onlara küçük bir çocuk gibi yaklaşıyorlardı. İçeri son giren misafirleri de karşıladıktan sonra pek çok şirket ve müdür tarafından saygı gören, davetimizi kırmayan Yılmaz Bey’in kokteyline yöneldim.
Ciddi tebriklerini kabul ettim. Böylesine büyük bir organizasyonun işlerimize ciddi şekilde fayda sağlayacağını anlatıyordu. Muhabbetimiz ilerlemiş, saygı ve hoşgörü sınırlarını aşmadan konuşmaya devam ediyorduk.
Siyah gözleri açılmış, şaşkınlığı hızlıca yüzüne vurmuştu. Ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Derhal yangın yerini gösterdi. Arkamı döndüğümde şok olmuştum. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Neredeyse bitmişti her şey. Nedendi ki bu olay? Etrafa kaçışan misafirler, yangını söndürmeye çalışan garsonlar, ardı arkası kesilmeyen koşuşturmaca…
Gözümü açtığımda tüm vücudumda şiddetli bir ağrı hissettim. Solumdaki yatakta yüzünün neredeyse tamamı siyaha dönmüş bir kişiyi gördüm. Buraya ne zaman geldim? Neden her yerim ağrıyor? Bu soruların cevabını bilen var mıydı?
İçeriye giren hemşireye arkadaşlarımın nerede olduğunu sordum. Dışarıda beklediklerini eğer arzu edersem yalnız bir kişiyi içeri alabileceğini söyledi. Olur tabii, diyerek karşılık verdim. İçeri giren Metin’di. Neler olduğunu soramadan bana nasıl hissettiğimi sorup çok endişelendiklerini söyledi. Ağrılarım var, ama buraya nasıl geldim? Ne oldu da buradayım bilmiyorum, dedim.
Yangını çıkaran kişi maskesiyle kameralara âdeta poz veriyor. Aynı maskeyi mekân çıkışında yolda bulduk. İçerisinde de bir adres ve tarih vardı. Anlaşılan bir derdi var. Büyük ihtimalle de derdi seninle, dedi Metin. Yazılı tarih ne zaman? Oraya gitmem ve bu işin sorumlusunu bulup hesabını sormam lazım.
Belirtilen tarihte verilen adrese gittim. Siyah, büyük bir ofis sandalyesinde oturan birisini gördüm. Ne saçmaydı bu karşılama. Sanırım fazla film izlemişti. Adımlarımın sesini duymuş olacak ki toparlanmaya başladı. Koltuğa ziyadesiyle yaklaşınca elini dur manasında kaldırdı. Olduğum yerde durdum. Yavaşça etrafında döndü. Karşımda duran kişiyi görünce şok olmuştum. Neden? dedim. Neden böyle bir şey yaptın? Doğrusu bunları yapan sen misin? diye sordum. Evet, dedi kendinden emin bir şekilde. “Nedenini de söyleyeyim hemen.” diye de ekledi.
‘‘Küçüklüğümüzden beri oynadığımız oyunlarda, gittiğimiz ve gezdiğimiz yerlerde hep seni ön planda tuttular. Herhangi bir olayda önce sana danıştılar. Bir işte benim daha iyi olduğum bilindiği hâlde hep sana sordular önce. Beni hep ikinci plana attılar. Bense hep senin yanında olmaya çalıştım. İçimdeki hisleri sana belli etmesem de hiç kimseye bir şeyler yansıtmasam da sana olan kirli hislerimi kimseye paylaşmasam da hep yanında gözüktüm. Sanki sadece senin emrindeydim. Kendi iradem yokmuş gibi davranmaya başlamıştım. Sen de buna asla dur demedin. Her zaman bana üstünlük kurma çabasındaydın.’’ İyi de ben senden yaşça büyüğüm ayrıca senden daha atılganım, diye sözünü kestim. Kes, daha bitmedi, diyerek tersledi. ‘‘Anlattığın şeyler hiçbir şekilde geçerli bahaneler değil. Şimdi de senden alacağım tüm intikamların ilk adımını attım. Artık tek amacım senin hayatını karartmak. Seni bunaltıncaya kadar elimden geleni yapmak. Hem iş hayatında hem sosyal hayatında sana nefes aldırmamak. Ben de biliyorum seninle muhabbeti kesip muhatap olmamayı ama gözüm açıldı bir kere. Bütün bu işleri ölmüş biri yapsa kimse suçlayamaz, değil mi? İnsanların gözünde beni öldürdüğün için teşekkürler. Hayatını zindan etmem için önümde hiçbir engel yok. Sen de hiçbir tarzda bu olanlardan benim sorumlu olduğumu kanıtlayamayacaksın. İsmim ve kişiliğim öldüğüne göre görüşürüz Ferit. Hem de pek çok kez olmak üzere görüşürüz.’’