Sevginin hep sınırları olduğuna inanırdım. Belirli bir miktara gelince önüne set çeker, havuz hâline getirirdim. Sonra kimi seviyorsam havuzdan kova kova alıp giderdi sevgisini. Sonra tekrar severdim, tekrar havuz yapardım. Kısır döngü hep böyle devam etmişti. Ben havuz yapardım onlar da kovayla taşırlardı…
Sonra bir an oldu. O anı anlatmak gerekiyor burada. Gözlerinizi kapatıp hayal edin. Zifiri karanlıktasınız, iğne deliği kadar bile ışık yok. Yağmur yağıyor hissediyorsunuz. Alev alev yanan vücudunuza değiyor damlalar. Karanlıkta görünmese de cılız bir duman çıkıyor her damlada. Tam yağmuru hissetmeye odaklandığınız anda o, çok uzaktan da olsa adınızı söylüyor. “DENİZ”… Sesi en sevdiğiniz renk gibi, nefesiniz gibi sıcak, kesik kesik buğulu.
Yalnız olduğunuzdan emin olduğunuz karanlığın içinde sesin geldiği yönü bulmaya çalışıyorsunuz. Görme engeliniz varmış gibi ellerinizle yön arıyorsunuz. Etrafta herhangi bir nesne olmamasına rağmen düşüyorsunuz sürekli. Her düştüğünüzde aynı ses ama biraz daha sinirli gibi, “DENİZ” yine içinizi ısıtıyor. Daha fazla çabalıyorsunuz, dokunmak istiyorsunuz sesine.
Öyle bir andı işte. Kalabalıkların arasında sadece onun sesi vardı. Tek duyabildiğim onun sesiydi. Gerçekten gülmeyi çok bilmezdi ama güldüğü zaman da gülmediği tüm zamanları kıskandırmayı başarırdı. Gülerken başını hafif sola yatırırdı. Kalbinin derinliklerinden gelen bir ses çıkarırdı. Dudakları hafif aralanır, gözlerinin yanında üç kırışık belirirdi. Çizgi gibidir gözleri. Boş bir sayfaya iki çizgi çizersem onu çizmiş olacağımı söylemişti, hâlâ komik gelir bu söylemi. İki çizgilik bir andı işte.
Havuzumu yapmıştım yine ama sular akmaya devam etti. Durdurmaya da çalışmadım. O anı bir daha yaşayamazdım sonuçta. Ona kova falan da vermedim. Ona okyanusları verdim. Uçsuz bucaksız, fırtınalı, sakin, karanlık, aydınlık… Okyanusu olabilmeyi istedim.
Sahip olmadığımız bir şeyi verirsek eğer açıkta kalan, biraz daha eksilen sadece biz oluruz. Bu gerçeği hepimiz adım atmaya başlarken öğrendik. Ben sadece bir denizdim. Ama ona okyanusları verdim. Artık geriye bir deniz kaldı mı? Bilmiyorum… Çok bir şey kalmış gibi görünmüyor.
İşte sevebiliyormuş bir insan her hücresiyle. O sevmese de adını her mitokondrisine işleyebiliyormuş ona güç versin diye. Her rüzgârda savrulduğunda içini ısıtan sesi duyabiliyormuş. Yavaş yavaş ölüyormuş insan sevince böyle ama önemli gelmiyormuş ölmek bile. ..