fbpx

Yıllardır evrimin bir inanç meselesi olup olmadığı tartışılırken, inanmanın evrimini atladığımızı düşünüyorum. Bir dine, bir insana, bir siyasi akıma ve aklınıza gelebilecek herhangi bir şeye neden inanma ihtiyacı hissediyoruz? İçgüdüleriyle hareket eden bir hayvan olarak yaşarken, evrimimizin bir sonucu olarak inanma yeteneği mi kazandık; yoksa bu özelliğimiz bir çeşit evrime karşı gelme durumu mu?

Kadim bir bilgeden mistik bir hikaye

2017 yılında, hava yoluyla Ankara-İzmir seyahatimi gerçekleştirirken yanımda oturan 60-65 yaşlarındaki bir adam, okuduğu kitapla dikkatimi çekti. “İnancın Temeli” adlı bir kitabı okuyordu. Rahatsız etmemek için yolculuk sonuna kadar bekledim ve  -sonradan adının Aziz olduğunu öğrendiğim- adama, “Sizce insanlar neden inanma ihtiyacı hissediyorlar?” diye sordum. Uçaktan inip valizlerimizi teslim alana kadar, ilk defa duyduğum bir hikaye ile sorumu cevapladı.

Milyonlarca ışık yılı uzaklıkta bir galakside, bizim dünyamıza neredeyse tıpa tıp benzeyen  bir gezegen varmış. Bu gezegende yaşayan insanla aynı genetik kodlara sahip canlılara kendi dillerinde “rötr” denilirmiş. Tamamen içgüdüleriyle hareket eden rötrler, yüz binlerce yıl süren evrimleri sonucu düşünme yeteneği kazanmışlar.

Gezegende olan tektonik hareketler nedeniyle çok büyük bir afet olmuş ve denizler yükselmeye başlamış. Rötrler her yer sular altında kalmadan, kurtulmak için herkesin sığabileceği bir gemi yapmışlar. Gemiye binmeye başlamadan hemen önce, gökyüzünden rötrlere çok benzeyen beş adet canlı yeryüzüne inmiş. Rötrlere, bütün gezegen sularla kaplandıktan sonra çok büyük dalgaların olacağını ve eğer gökyüzünden yanlarında getirdikleri demir çubukları gemiye yerleştirmezlerse hiçbirinin gemide tutunacak bir yer bulamayacağını, savrularak zarar göreceklerini söylemişler. Rötrler bu teklifi memnuniyetle karşılamışlar ve kendilerine yardım eden bu beş canlının önünde saygıyla eğilmişler. Gemiye binerlerken hepsine tek tek, gemide hayatta kalacak olmalarını demir çubuklarla göklerden gelen canlılara borçlu oldukları hatırlatılmış. Asla tutamakları bırakmamaları gerektiği sert bir şekilde tekrar edilmiş.

Gemiye biner binmez herkes tutunacak bir yer aramış. Sağa sola yalpalanmamaları için soğuk demirler onları bekliyormuş. Herkes demir çubukların bir tarafından tutmuş. O kadar çaba sarf etmişler ki tutmaya çalışırken, günler geçmesine rağmen tutunmayı bırakırlarsa düşeceklerine daha çok inanmışlar. Tutunmaya çalışırken başka rötrleri ezmişler. Başka bir tutamaktan diğerine kayanları kabul etmemiş, tutunmalarına izin vermemişler. Gemide sapasağlam durmalarını onlara bahşeden canlılara borçu olduklarını düşünmeye devam etmişler. Yıllar geçtikten sonra cesaretini toplayabilen bir rötr, soğuk demiri tutmayı bırakıp kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış. Onu, borçlu olduklarını düşündükleri canlılara saygısızlık yaptığı gerekçesiyle tekmeleyerek sağa sola çarpmışlar. Cesaretinin, doğruyu arayışının cezasını, özgürlüklerine vurulan prangalarla onu tekmeleyerek vermişler.

Meğer deniz, yeni yıkanmış bir çarşaf gibiymiş. Tutunmak için birbirlerini yemeseler de ayakta kalabilirlermiş. Tutundukça yorulmuşlar. Halsiz kalsalar bile, uyuşan elleriyle tutunmaya devam etmişler. Ettikçe inanmışlar, inandıkça rahatlamışlar. Tutunmasalar düşeceklerinden değil, tutunmasalar düşeceklerine inandıklarından kendilerine prangalar takmışlar. Yine de gözlerinin önündeki gerçekleri görseler de inandıkları şeyin doğru ya da yanlış olduğu onlar için bir anlam ifade etmemiş. Tutunmadan kendi ayakları üzerinde durabilenlere, diğer rötrler tarafından yapılanları görenler, soğuk demirlere daha da sıkı tutunmuşlar.

İnancın handikapı

İnanç konusunda en büyük handikap, insanlar arası ayrımcılıklara yol açmasıdır. İnsanlar için kolaylık olan inançlar, ilk bakışta birleştirici görünür ancak birleştirici görünmesinin nedeni, inançların “tek çatı altında toplama” güdüsüdür. Tüm inanç sistemlerinde, insanlığı kurtaracak olan o inançtır. Bu sisteme inanmayanlar, dahil olmayanlar veya inanmaktan vazgeçenler cezalandırılıp, dışlanacaklardır.

Kalabalıklar korkaktır. Tıpkı kendini dış dünyadan soyutlayan tarikatlar gibi… Tarikatlar, dış dünyayla bağlantı kurmak istemezler çünkü “bozulacaklarını”, inananlarının s güvenlerinin zedeleneceğini düşünürler. Kapalı tarikatlardaki inananlar; yabancılardan, dış dünyadan korkarlar. Dış dünya onlar için bilinmezdir.

Toplumsal infiallerde de bunlara benzeyen bir durum vardır. Bir anda alevlenen, destek bulan ve kısa sürede büyük bir kalabalığa ulaşan olaylarda bir süre sonra yanlış ve doğru birbirine girer. Kalabalığa karışan bireyler, gruba katılırken savundukları şeye inanarak girerler. Bir yanlışın peşinden gitseler bile bir süre sonra bu yanlıştan dönme cesaretleri korkuyla absorbe edilecektir. Sorgulayıp dönmeye kalkan kişi, düşman tarafında ilan edilecektir. (“#blacklivesmatter eylemlerinde yağmada bulunanları eleştirenlerin ırkçı ilan edilmesi gibi…)

kadın bublogta

Bir şeye körü körüne ve fanatizm boyutunda inanmak o şeye koşulsuz bağlılığı dolayısıyla o şeyi sorgulamamayı gerektirir. Futbol fanatizminden, “ku klux klan” tarzı ırkçılığa kadar bu değişmez bir etkendir. Aile ve çevre baskısıyla doğumdan itibaren şartlandırılarak inandırıldığı şeyden kopamaz. Kopmaya çalıştığında içinde bir yerlerde onu frenleyen, yaptığının yanlış olduğunu söyleyen bir ses ortaya çıkar. Kendi yaşayışıyla inandıkları arasında oluşan zıtlığı bildiği halde, eski bağlarından kopmamak ve onlara ihanet etmiş olmamak için tüm bilincine ve mantığına ters gelen bir iç dünya yaratır. İç dünyasının rahatlamasını kendi isteklerine göre değil, ona öğretilene şartlayarak yaşar. Nasıl bir saçmalıkla karşı karşıya olduğunu görse bile, bu tünelin ucundaki ışığa doğru yürümek istemez. Bilir ki inançta şüphe, inançsızlıktan kötüdür. İnanmak, inanılan şeyin anlattıkları ile değil, inananın kişisel ve daha önemlisi sosyal konfor alanıyla alakalıdır.

kadın2 bublogta

İnanç evrimin neresinde?

İnanç konusunda insan beyninin milyonlarca yıllık evrimi söz konusu. Evrilen ilk beyinler bir amaç için evrilmemişlerdi. Yalnızca içgüdüler ile hareket eden ilkel canlılar arasında mutasyona uğrayan bir canlı, beyine benzer bir organ geliştirdi ve hayatta kalma becerileri üstünleşti. Her amaçsız mutasyon gibi bu da mutasyonlar içinde devrim niteliğindeydi. Milyonlarca yıl süren evrim üzerine, insanoğlunu insanoğlu yapan “Cerebral Cortex” isimli beyin alanı gelişti. Artık “insan” DNA’sının içerdiği kodların milyonlarca birim üzerinde veriyi beyninin içinde depolayabiliyor ve bu verileri kullanabiliyordu. Böylelikle insanoğlu, inanç denilen içgüdüleşmiş kavramın üzerine çıkabilecek donanıma yüz binlerce yıldır sahip. Üstelik bununla da yetinmeyip, yalnızca kendini kurtarabilecek olan düşünce ve bilgileri yazıya döktü, kendinden sonra nesiller için kaynak oluşturdu.

Peki neden hala inanç ile haşır neşir idi?

inanmanınevrimi bublogta

Diğer “hayatta kalma” içgüdülerine derinden hitap eden “kolay ulaşılabilirlik” etkeninden dolayı.

Araştırma ve incelemenin kapsadığı yıllara ters orantılı olarak, inanç kullanarak belli açıklamalara çabucak ulaşmak, halen insanlığın beyindeki “maddenin bilince dönüştüğü” kısımları minimum düzeyde kullanmasına yol açan ilkel yöntemlerdir. Doğanın yüz binlerce yıldır insan bilincine işlediği kıtlık içerisindeki davranış biçimleri, gelişen teknoloji ve kaynaklara ulaşılabilirliğin kolaylaşması dolayısıyla artık insanlık içerinde değerini yitiriyor, ancak buna rağmen bu ilkel yöntemler, verinin ve veriyi bilgiye çevirme yöntemlerinin ulaşmadığı insan kitleleri tarafından halen “hayatta kalmak” için kullanılıyor.

Berkan İnan içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!
Abonelik
Bildir
guest
3 Yorumlar
Eskiler
Yeniler En çok oylananlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin
Berkan İnan içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]