99 doğumlu, 21 yaşındayım. Çok büyük değilim ama çocukluğumu özlemek için yeterince büyüğüm. Artık sorumluluklarım var, çocukken yaptığım şeyleri yapmak o kadar kolay değil. İnsanların gözleri çok yumuşak, çabucak batıveriyor her hareketimiz.
Hareketli, yaşıtımın çok olduğu bir mahallede büyüdüm. Arkadaşlarımı çağırmak için bir tek ıslık yetiyordu. Hatta ıslıkla birkaç cümlelik sohbet bile edebiliyorduk. Okul zamanı kısıtlı zamanımız olurdu ama tatil zamanları günün her saati bizimdi. Mersin’de hava, nisan ayı oldu mu terletmeye başlar, biz hissetmezdik. Kahvaltıdan sonra dışarı çıkardık. Anlamsızca oradan oraya koşturup birbirimizi yakalamaya çalışırdık. On birlik denen bir oyundu bu, amaç sadece ebe olanın kalan kişileri yakalamasıydı. Sıkılırdık, hemen ardından top çıkardı meydana. Tek kale, çift kale fark etmeksizin, bu sefer de topun peşinden koşardık. Tabii ki sıcağın getirdiği susuzluk baş gösterirdi. Boyum yetmezdi bizim evin penceresine, tutunup tırmanırdım. Annemi çağırıp su isterdim, bütün arkadaşlarla orada suyu her tarafımıza dökerek içerdik. Arkadaşlığın göstergesi gibiydi bu.
Bisikletlerimiz vardı, alıp gezmeye giderdik. O yaşta tehlikeliydi ama düşünmezdik bunu, çıkıp giderdik. Bisiklet sürmeyi geç öğrendiğim için hep kendime kızardım. Öğrendikten sonra en sevdiğim sporlardan biri oldu, futbol başta tabii. Semti bir güzel turlar geri dönerdik. Evlere çekilip akşam için dinlenirdik. Çünkü akşam daha güzel bir şey bizi beklerdi, saklambaç. Geceleri hep bunu oynardık çünkü gece saklanmak daha kolaydı. Klişe olan akşam ezanı bizi kesmezdi, yatsı bile kesmezdi. Yazarken hüzünlü bir gülümseme yüzümü kaplıyor şimdi.
Bizde vakit geçirecek şey çoktu. Çoğu şehirde bilye denilen ama bizim gülle dediğimiz şeyler vardı. Mahalledeki boş arazide çeşitli şekillerde oynardık. Yenilirdik, yenildiğimiz kişiden borç alırdık, güzeldi. Fırıldak vardı. Bilmeyenler için kütükten yapılan ince veya daha dolgun şekillerde ucunda kurşun kalem ucu gibi bir uç olan, metalden yapılan, oyun aracıydı. Bir ip sarardık etrafına, orta parmağımıza da ipin ucunu dolardık. Hızlıca ileri atıp geri çektiğimizde hızlı bir şekilde dönerdi. Kafamıza göre boyardık onları, isimler verirdik. Spor kağıtlarımız vardı. Tuttuğum takımdan, Fenerbahçe, oyuncular gelsin diye dua ederdim ama hangi takımdan olursa da olsun geri çevirmezdim, toplardım. Spor kağıtlarını bakkaldan alırdık, içinden kupon paralar çıkardı. Onları toplayınca bakkaldan hediye alma şansımız olurdu ama hiçbir zaman alamadık. Ah be bakkal amca…
Şimdi, bazen mahalleye gidiyorum. Bu dediklerimden çoğu kalmamış. “Biz küçükken böyle miydi?” diyorum kendi kendime. O zamanlar dijital ortam çok yoktu tabi.
İnsan gerçekten kaybedince, geçip gidince özlüyor. Bundan on yıl sonra şimdiki halimi özleyeceğim, bir on yıl sonra on yıl sonraki halimi. Bu böyle sürüp gidecek. Gitmeyecek olan tek şey içinizdeki canlılık olsun, olsun ki yaşamayı sevin, yaşamaktan zevk alın.
Abonelik
0 Yorumlar